13 Eylül 2012 Perşembe

Konusuz


Küçükken çok aptaldım. Spor malzemeleri satan bir dükkan açacaktım, adı bile hazırdı: Erdem Spor. Zaten dükkanın adındaki yaratıcılıktan aptallık seviyem hakkında çok net fikirlere varabilirsiniz. Bu işin olacağına o kadar çok inanmıştım ki boş bulduğum her yere “Erdem Spor” yazardım. Hatta olaya estetik bir taraf katmak için “R” harflerini şekilli falan yapmışlığım vardı. Kendi küçük dünyamda bunun hayalini kurmuştum ve hayat adına bazı mutluluklar yaşayacağıma inancım tamdı.

Sonra bir gün kafamı vurup yardığım mermer sehpanın altına girip oraya bile yazmış olduğum "Erdem Spor" yazısının üzerini karaladım. Neden yaptığımı bilmiyorum bunu. Sadece karalamak istemiştim. Büyük ihtimalle kendi küçük dünyamda bir şeye sinirlenmiştim ve bunun hıncını geleceğimle oynayarak çıkarmak istemiştim. Karalayıp bitirdim onu kendimce. Artık o yoktu.

Ama o karalamadan sonra pis bir alışkanlık kazandım. Ne zaman canım bir şeye sıkılsa, bir şeye üzülsem, biri beni terslese, biri hayatımdan çıksa ya da beni üzebilecek en küçük olumsuzluk bile olsa, içimde bir kırgınlık olsa, çünkü çok kırılgandım ben ve bundan nefret ediyordum, tıpkı o zaman mermer sehpanın altına girip yaptığım gibi bir yerlere kapanıp bazı şeylerin üzerini karalamaya başladım. Önce tek bir çizgi çektim üstlerine, sonra iki, sonra üç, artık bir yerden sonra görünmez oldular. Kendimce onları böyle atıyordum hayatımdan, karalayınca görmeyecektim onları ve biteceklerdi.

Bazen gerçekten bittiler de. Bir sabah kalktım ve gerçekten yoktular. Daha önce hiç olmamışcasına yoktular hem de. Çok şaşırdım. Nasıl yaptığımı anlamadım bile bunu. Çok fazla çizgi çekmiştim belki de üstlerine. İnsan geçmişinden kopamazdı, evet ama çok derinlere gömebilirdi demek ki her şeyi. Çok derindelerdi uyandığımda. Kim ne yaparsa yapsın çıkmayacak gibiydiler. Lanet bir çukurun içine düşmüşler ve gittikçe dibe çöküyor gibiydiler. Karanlıktı üstleri ve en azından ben aydınlatıncaya kadar çıkmayacaklardı.

Ama aptaldım dedim ya, o kadar karalamamışım gibi aydınlatmaya çalıştım bazen onları. Sonunda hiçbir şey olmayacağını bile bile yaktım ışıkları. Ne gerek vardı bilmiyorum. Belki çok boş kalmıştım. Boş kalmak çok büyük bir sıkıntı çünkü sevgili okur. Belki de bir kez daha karalamak istedim üzerlerini. Bir bıçak darbesiyle öldürebileceğin bir insanı yüzlerce kez bıçaklamak gibi bir durumdu belki de bu. Ama aydınlatmaya çalıştığım şeylerin üzerine ışık düştükçe, karalamanın dışında bir de zamanın tozuyla kaplandıklarını gördüm. Toza bulaşmak pis bir şey, o zaman da onu gördüm. Tozu atsam da zaten karalamıştım üzerlerini, o karartıyı çıkaramazdım. Aradan sızan ışık da yeterli değildi. Karanlıkta kalmayı sevmişlerdi sanırım, gün yüzüne çıkmak istemiyorlardı. Bıraktım hepsini ben de öylece. He bir çizik daha attım üzerlerine, bir daha çıkarmak istersem yer yüzüne, işim biraz daha zor olsun diye.

Yıllar geçtikçe karaladıklarım birikti sanırım. Soğudum çoğu şeyden. Sıkıldım hemen her şeyden. Önceden tahammül sınırım çok daha yükseklerdeydi, şimdi o kadar değil. He yine çok fazla çıkmıyor sesim ama çok daha çabuk karalıyorum her şeyi. Zaten sesi çıkan bir insan da olmadım ben hiçbir zaman. Aptallığım devam ediyor denebilir yani. Herkes konuştu, konuşmaması gereken insanlar bile konuştu, çok fazla laf duydum, bir sürü saçma sapan davranış gördüm, hakkımda garip fikirler üretildi, bir sürü şey gerçekleşti, ben hep susmaya çalıştım. Sonra her şeyi sadece karaladım. Ben karaladıkça onlar bitecekti. Geri dönüşleri olmayacaktı. Görmeyecektim. Üzerini karalayınca görmüyorsun çünkü hiçbir şeyi.