9 Eylül 2011 Cuma

Rezil Adam

“Bu ne!” diye bağırıyor bana. Birkaç saniye boyunca “Cüzdanımdan bu kadar tepki gösterilecek ne çıkarmış olabilirim?” diye düşünüyorum kafamı yerden kaldırmadan. “Nüfus cüzdanım vardı içinde” diyorum, “Sonraaa, pasom var, Boğaziçi kimliğim var, bi de İrem’in fotoğrafı vardı galiba, İrem’in fotoğrafı mı var, niye ki?” diye devam ediyorum düşünmeye. “Bu şekilde bağırılacak kadar hayvani bir eylemde bulunmuş olmam imkansız” diye bir kanıya varıyorum ve yavaşça kaldırıyorum kafamı sesin geldiği yöne doğru. Çok pis bir rezillik yapmış olmaktan korkarak…

Küçükken, evden dışarı pek çıkmadığım için yaptığım rezilliklerin 99%’u evde oluyordu. Misafirlerin içinde ağzı burnu çikolata olmuş bir şekilde dolaşmak, ansiklopedilerin içindeki hayvan resimlerini keserek kendince bir koleksiyonerliğe kalkışmak suretiyle evin her köşesini küçük kağıt parçalarıyla kaplamak, eline telefon rehberini alıp telefonun çalışma prensibini anlamaya çalışıyormuş gibi yaparak, aslında tuşlara basınca çıkan sesten hoşlanmanın verdiği dürtüyle onu bunu arayıp milletin suratına telefonu kapatmak gibi şeyler işte. Bunun gibi durumlarda ortaya çıkan “Çocuktur, yapar işte” şeklinde bir hoşgörü duygusu mevcut insanlarda, ben de bunu kullanmışım işte farkına varmadan.

Fakat insanoğlu yaşı ilerledi diye daha büyük rezillikler yapmaya başlıyor. Yaşla rezillik yapma arasında ilginç bir doğru orantı var. Yıllardır girdiğim apartmanı şaşırarak farklı bir apartmana girmişliğim vardır mesela. Neyse ki beynim yanlış bir kapıyı anahtarla zorlama ve sonunda beni polislik işlere bulaştırma gibi sefil hareketler yapmaya engel olacak kadar evrilmiş. Fakat bir başkasına gelen kredi kartı ekstresini elime sinyal gönderip posta kutusundan alıp açtırarak “Ben ne zaman harcadım ki bunları?” diye düşünecek kadar ilkel seviyede hala. Bu rezilliği de sindirebilirdim belki kendi içimde ama yanlış ekstreyi elimde tuttuğumu anladığımda yaşadığım telaşla kendimi posta kutusunun önünde bulmasaydım ve o kağıdı zarfa sokuşturmaya çalışırken apartmanda ne kadar insan varsa hepsinin o anda apartmana giriş yapacakları tutmasaydı keşke. Tabii bu anlarda bir de rol yapma rezilliği yaşadım; elimdeki kağıda, kağıdı icat eden ve ne yaptığının farkına ilk anda varamayan bir Çinli gibi “Bu ne yaa?” surat ifadesiyle bakarak.

Toplum içindeyken rezillik yapma kat sayım da inanılmaz artıyor. Otobüse binerim, kafamı mutlaka bir yerlere vururum, okulda çay, kahve almışsam, mutlaka bir kısmını elime dökerim ve sıcak şeyin verdiği acıyla seke seke yürüyüp ortama malzeme olurum, bir şey alırken ve dolayısıyla cüzdanım elimdeyken içinde ne varsa etrafa saçarım. Aslında işte saçmamıştım bu kez, bundan dolayı çok mutluydum ama kasiyerin çığlığıyla irkildim.

Gözlerim kasiyerin elinde tuttuğu karta doğru kayıyor. Money Club mı ne, Migros’ta falan kullanılan bir kart var ya, onu vereceğime D&R Card’ı tutuşturduğumu görüyorum kasiyerin eline. Kesinlikle “Bu ne!” diye bağırılmaya sebep verecek bir şey yapmamışım bence. “Pardon ya!” diyorum, doğru kartı veriyorum. “Eheheuhueuee” efektiyle gülüyor bana kasiyer. Ben “Rezillik olmadı bence bu sefer o kadar da çok” diye düşünürken, bir ürün, aldığım şeyleri kasadan geçiren kasiyerin dikkatini çekiyor. Yine “Bu ne?” diyor. Bu sefer ki biraz da ılımlı bir “Bu ne” oluyor. “Mum o ya İrem’e aldım” diyorum. “İrem mi muahahaha” sesi geliyor bu sefer kasiyerden. “Ee şey kardeşim yani, pardon” diyorum.

Rezilliğim diz boyu artık. Poşeti alıp bir an önce uzaklaşmaya çalışıyorum. Süper kahraman olup anında yok olmanın ne kadar güzel olacağını düşünüyorum o an. Eve doğru ilerlerken de “Beni rezilliklerimden kurtaracak bir kahramanın varlığı ne güzel olurdu” diyorum kendi kendime, belki kulağıma eğilip “Lazarus”u söylerdi bana: So rest your head upon me, I have strength to carry you…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder