30 Ağustos 2012 Perşembe

Aaa Çıkarım Yaptım!

Minibüse bindim. Sonra kulaklığımı takıp etrafa bazı bakışlar atmaya başladım. Sonuçta mal mal oturunca bir şey beklememek lazım şu hayattan. Belki biraz bakınınca çeşitli çıkarımlar yapıp "Aa evet lan!" ya da "Oha! Yok artık!" gibi ünlemler eşliğinde hayatın anlamını çözerim diye düşündüm. Gözüme ilk takılan şey boş bir arsa oldu. Boş bir arsadan fazla bir şey de beklememek lazım bence. Boş çünkü. Çeşitli otlar var üzerinde ama fareler ve böcekler bile yememiş. O kadar boş yani, düşün. Bir arsada fare bile olmaz mı ya! Buradan bir şey çıkmazdı bana.

Hayatın amacını çözmek için seçtiğim ilk hedeften eli boş dönmenin verdiği hüzünle biraz elimdeki mp3 playera bakındım. Evirip çevirdim falan işte. Müziğin sesini açıp kıstım, tuşlarda bir sorun yoktu. Sonra hayatımdaki kendimden sonraki en uzun birlikteliği bu mp3 playerla geçirdiğimi fark ettim. 2008'de doğum günümde hediye edilen bu mp3 player tüm fırlatıp atmalarıma rağmen hala istediğim şarkıyı tak diye önüme getirebiliyordu. Adamlar yapıyordu.

Tabii yüzyıllardır kurulan bu cümleyi ben de kurunca hayat adına atmam gereken çok fazla adım olduğunu idrak ettim. "Adamlar yapıyor" cümlesi çok pis bir çaresizlik içeriyordu çünkü. "Ben yapamıyorum ama adamlar yapıyor." Bu ne lan! Bu konu hakkında biraz düşünüp benim de bir şeyler yapabileceğime kendimi inandırdım sonra. Tabii manyak bir şekilde gaza gelip mp3 player ya da milyon tane özellikli bir cep telefonu yapacak halim yoktu ama turnusol kağıdını limona, sirkeye falan batırıp kırmızı/pembe arası bir renk elde edebilirdim. Kimyayla ilgili yaptığım en düzgün iş de bu olabilir zaten bugüne kadar. Laboratuvarda renk skalasında binlerce yere denk gelebilecek ilginç turnusol kağıtları elde ettim hep ve bununla inanılmaz bir gurur duydum. Nasıl bir hayat yaşamıştım ki zaten, başka neden gurur duyabilirdim!

Sonra yanıma dünyanın en şişman insanlarından biri gelip oturdu. Abartı bir şişmanlığı vardı. Dünyası sanki sadece yemeği yemek ama bu yediklerini sindirmemek üzerine kurulmuştu. "Belki bir hastalığı falan vardır lan öyle deme!" diye bir iç ses duydum ama kadının çantasından çıkardığı tavuk döneri görünce bu sesi susturdum. Hatta ayran da açınca iç sesim kendiliğinden utanıp uzun bir sessizliğe daldı. Minibüs asfalttaki her sıkıntılı yerden geçip zıpladığında yanımdaki ayranın üzerime dökülme tehlikesi vardı ama kadın hiç oralı olmuyordu. Hayır zaten sesi çıkan bir insan da değilim, pis pis beyaz beyaz dolaşacaktım ortalıkta. "Bari pis bir şekilde dolaşmak üzerine düşünüp buradan çıkarım yapayım" dedim ama üzerime o sırada dönerin içinden pırtlayan kıvırcık düşünce hayatın düşünmeye dair bir tarafı olmadığını gördüm. Sen ne kadar sakınsan da birileri gelip bir şeyleri bozuyordu işte. Kırk yılda bir adam gibi karar alıp düzgün bir insan olayım diye oturup düşünüyorum şurada, sonra biri gelip üzerinde tuz taneleri bulunan ve et kokan bir kıvırcık atıyor üzerine! Bu saatten sonra ne umabilirsin ki zaten hayattan! Kıvırcık lan! Artık ne kadar konsantre olabilirsin düşünmeye! Bırakıp gideceksin her şeyi, fazla düşünmek de zarar zaten. Kadın 3 lokmada koca döneri bitirsin, ben de bir kıvırcık yüzünden depresyona gireyim!

Kadın son lokmayı ağzına atıyor, daha yutmadan "Mosait bu yerda inacak var!" gibi bir cümle kuruyor. Ben de arkasından hala pantolonumda duran kıvırcığa bir fiske vuruyorum. Bazen hiçbir şey düşünmeden her şeyden bir çırpıda kurtulmak lazım çünkü. "Çıkarım yaptım lan" diye sevinçle iniyorum sonra minibüsten. O değil de çıkarım yaptım lan! Turnusol kağıdından sonra gurur duyacak bir şeyim daha oldu! Ehehehe!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder