19 Aralık 2012 Çarşamba

Söz Vermiştin Bana

Bir işle uğraşırken birisi yanıma gelip de benle konuşmaya başladığında o kişiye gereken özeni gösteremiyorum. Böyle bir yapım var. Beynim sadece bir işe odaklanabiliyor. Yani işte bilgisayarda falan bir şeyler yaparken yanıma gelen olursa, onun söylediklerine “Evet, tabii ki, hımm” gibi tepkiler vererek sanki o an o konuşmayla çok fazla ilgileniyormuş gibi bir izlenim yaratıyorum. İkiyüzlü müyüm neyim!

Şirkette çalışırken acele bir şekilde aldığım notları temize çekmek için dün masama oturdum. Öyle bir not almışım ki iş yaparken, sanki son nefesimi veriyor ve giderayak bu dünyada bir iz bırakmak istiyormuşum gibi. Yazıyı bulan adam bile o heyecanına rağmen daha düzgün bir şeyler yazmıştır. O derece kötü yazılmış yazılar var yani önümde. Bir önceki gün bu karaladığım şeyleri de şirket sahibine göstermek durumunda kalınca utandım kendimden ve “Artık notlarım düzenli olmalı” şeklinde bir karar aldım. Bu işte ne kadar kararlı olduğumu göstermek için de mesai saati başladıktan bir saniye sonra operasyona başladım. (O bir saniyeyi de “Eveeeeet hadi bakalım!” diyerek kaybettim.)

Bu arada yeni fabrikaya taşındığımız için aksaklıklar çıkabiliyor ve bu yüzden şirketin herhangi bir köşesinde tesisatçı, elektrikçi, sıvacı, boyacı gibi sıfatlara sahip olan insanlar görmek mümkün. Dün de benim bulunduğum Ar-Ge laboratuvarında yapılması gereken bir sıva işi varmış, ben tam çalışmaya başlayınca sıvacı abimiz geldi ve yavaş yavaş işini yapmaya başladı. Ben de baktım, o öyle tek başına takılıyor, işime iyice yoğunlaşıp güzel güzel yazılar yazmaya başladım.

Bir zaman böyle geçti. Herkes işini yapıyordu, güzel bir ortam vardı. Ekmek parası sonuçta, herkes bir yerlerden para kazanıyor. Bu düşünceler eşliğinde işime daha da sıkı sarıldım. Niye bilmiyorum ama. Para kazanmak falan deyince mi keyfim yerine geldi demek ki. Neyse, sonra yanımda bir karartı gördüm. Sıvacı abi işi gücü bırakmış, hazırladığımız formüllere bakarak “Hımm, Aaa, Hee tabii ya” gibi tepkiler veriyordu. 7-8 tane kimyasal adı yazıyor önümdeki kâğıtta, adam da bunlara bakarak, böyle tepkiler veriyor. Kimyager olmama rağmen ben bile bir kimyasal adı görünce bu kadar heyecanlanmıyorum. Gerçi bir insan, n-etil prolidon yazısını görünce neden heyecanlansın değil mi? Ama adamda garip bir hal vardı ve heyecanı da iyice tavan yapınca, ben de adama bakıp gülümsedim. Gülümsemek güzel bir eylem gibi düşünülse de aslında bazen kötü sonuçlar yaratabiliyor. Bir kere, bir adama gülümsemek bile sıkıntı yaratabilecek bir durumken, bu kadar meraklı bir adama gülümsemek çok pis bir reaksiyon başlatabilir. Ve sıvacı abimiz kurduğu cümleyle reaksiyonu ateşledi:

- Formül mü bunlar?

Bazı sorular bumerang gibidir. Cevap verirsin ama o, şekil değiştirip yine sana geri döner. Karşımda böyle bir soru vardı. “Hayır” desem, “Ne peki?” diye soracak abi. Bir de ne uydursam diye ona kafa yoracağım. Hani belki “Evet” dersem daha az soru sorabilir diye düşündüğümden “Evet” dedim ben de. “Yapıldı mı bunlar?” diye başka bir soru geldi, ben daha “Evet”imi tamamlayamadan. Yine “Evet” dedim. Diyalog da durmadı, gelişti tabii:

- Basıldı mı?
Erdem: Neye? (Hep o soru soracak değildi.)
- Kumaşa.
Erdem: Evet.
- Sonuç iyi mi?
Erdem: Evet.
- Ürün olur mu?
Erdem: Bakalım artık.
- Olursa iyi olur.
Erdem: Evet.

Baktım durmadan “Evet” diyorum, artık adamın sorduğu soruları dinlemeden her şeye “Evet” demeye başladım ve işimi yapmaya devam ettim. Adam soru sordukça basıyordum “Evet”i. Bir de adamın şivesi biraz bozuk olduğundan sanki anlamıyormuş gibi yapıp arada “Efendim?” falan da dedim, değişiklik olsun diye.

Abi en son “Olur mu?” diye bir şey sordu. Ben de “Ne istemiş olabilir ki Allah aşkına, olur herhalde” diye düşündüğümden “Olur abi” dedim. Sonra “Ne zaman?” diye sordu. Benden ne istendiğini tam bilmediğimden abinin istemiş olabileceği en zor şey ne olabilir diye düşündüm ve buna uygun bir zaman dilimi uydurmaya çalıştım. (Herhalde “Sonuçlar çıkınca bana söyler misin? Merak ettim, olur mu?” diye sormuştur diye bir fikir ürettim) Cevabımı beklemeden “Neyse, sen yap işini, sonra konuşuruz” diyen abi yanımdan uzaklaştı.

Ben de notlarımı tamamlayıp, ortaya koyduğum eserle bir müddet övündükten sonra bir kahve molasını hak ettiğimi düşündüm. Kahve almaya doğru ilerlerken bir kapının arkasından “Pişt!” diye bir ses duydum. Şirkette kimse bana “Pişt”, “Lan!” “Hop!” gibi tabirlerle seslenmediğinden “Kesin dışarıdan biridir” diye düşündüm ve arkamı döndüğümde kapının arkasından uzanmış bir kafa gördüm. Sıvacı abi bana gülüyor ve “Yapacaksın di mi?” diye soruyordu. Ben hala kendi iç dünyamda yarattığım isteğe inandığım için “Tabii ki” diye cevap verip yoluma devam ettim. Adam sevindi.

Öğle yemeğini yiyip laboratuvara doğru ilerlerken de yine arkamdan “Bak söz verdin!” diyen bir ses duydum. “Tamam abi ya” diyip yine kaçtım. Ne yapacağımı bilmiyor fakat bunu yapabileceğime dair inancım çok kuvvetliymiş gibi davranıyordum. Var böyle garipliklerim.

Akşamüstüne doğru abi yine karşıma çıktı ve “Ne zaman yaparsın bizim işi?” diye bir soru yöneltti. “Ne işi abi?” diye sorma zamanı gelmişti artık. “Hani yapacaktın ya Fenerbahçeli boya, söz vermiştin, kumaşa basınca Fenerbahçe’nin amblemi çıkacaktı” cümleleri karşısında dünyanın en aptal ifadesini takınıp “Fenerbahçe?” diye bir soru sordum. “Söz mü verdim?” dedim bir de. “Evet, öğlen dedin ya, bekliyorum valla ben!” falan diyerek hiddetlendi abimiz. “Abi nasıl yapayım ben onu ya! Hadi Beşiktaş olsa uğraşayım da, kendi takımımdır sonuçta ama Fenerbahçe falan, ne bileyim olmaz o ya! Beşiktaş bile olmaz hatta. Kalıp falan lazım ona herhalde, öyle sanıyorum yani. Hem teknoloji o kadar gelişmedi zannedersem, bir şişe boya yapıp istediğin her şeyin şeklini elde edecek kadar! Geliştiyse bile yine yapmam zaten uyuz oluyorum Fenerbahçe’ye!” falan diyerek upuzun bir konuşma yapıp adamın kafasını bulandırmak istedim ama sonunda “Uyuz oluyorum” deyince olmadı tabii.

Adamın ağzından dökülen son sözcükler “Ama söz vermiştin!” oldu. Demek işe yoğunlaşınca “Evet” kelimesinden başka şeyler de söylemişim ama hiç farkında değilim. Ya da adam sıkıyor “Söz vermiştin!” diye. Hem niye söz vereyim! Ya da verdim mi acaba ya! Aslında millet sevgilisine bile “Ayh canım yha söz veriyorum sana hiç ayrılmayacağız” deyip yine çıkıp gidiyor hayatından. “Fenerbahçeli boya yaparım” diye söz verip tutmadıysam bile çok büyük bir ayıp olmamıştır sanki. Off ama ayıp oldu adama ya! Bir daha dinleyeyim bari insanları. Söz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder