4 Aralık 2012 Salı

Spastik Erdem

Geçen gün sevgili kardeşim İrem’in veli toplantısına gitmek için erkenden uyanıp yola çıktım. Veli toplantılarına katılmak gibi garip isteklerim var bu hayatta. Komşu çocuğu da olsa gidip dinlemek isterim öğretmenlerinin onun hakkında söyleyeceklerini. Dedikoduyu seviyor muyum neyim! Durumu kötü olan öğrenciyi çekiştirmenin vazgeçilmez bir tarafı varmış gibi geliyor çünkü bana. “Aa tembel o anam çok tembel, bütün gün yatıyor evde!” diyip düşene bir tekme de ben atsam ölecekmişim gibi olurum mutluluktan. İnsanoğlu acımasız olabiliyor sevgili dostlarım.

Erkenden yola çıktığımı belirtmiştim. Duraktaki otobüsü görünce kendimi bu otobüsün içinde güzelce uyuyabileceğime inandırdım. Zira otobüs, körüklü dediğimiz upuzun olan otobüslerden biriydi ve en arkaya gidip köpek gibi uyusam kimse beni görmezdi. Bir Pazar sabahının 7’sinde benim nasıl uyuduğumu görmek için otobüse binecek olan varsa da saygı duyardım kendisine, beni uyandırsa da ses çıkarmaz, uslu uslu otururdum bir köşede.

Bu düşünceler eşliğinde otobüse adımımı attım. Daha binmeden gözüme kestirdiğim ve uyumak için mükemmel olduğuna kendimi inandırdığım koltuğa kavuşmak için koşmaya başlayacakken, otobüs şoförü beni durdurdu ve güzergahı bilmediğini, mümkünse ona yardımcı olup olamayacağımı sordu. Soruyu düşünmeden “Tamam” diye cevap verdim. Hayattaki en saçma özelliklerimden biri de bu. Neyin ne olabileceğini düşünmeden hemen cevap veriyorum. Düşünme yeteneğim sekteye uğrayabiliyor bazen işte. Şoförün arkasındaki koltuğa oturduğumda nasıl bir pisliğe bulaştığımın daha yeni yeni farkına varıyordum. Bilenler bilir, Beylikdüzü’nde 10 metrede bir durak vardır ve bindiğiniz otobüs bütün Beylikdüzü’nü dolaşmadan rahat edemez. Ara sokakları, orayı burayı kaçırmadan her durağa götürmem gerekiyordu şoförü ve henüz tam anlamıyla uyanmamış olmam işimi daha da zorlaştıracaktı. Bir ara “Ulan direkt gideceğim yere mi götürsem adamı hiçbir durağa uğramadan! Hiç dolaşmadan biter yolculuğum! Banane abi bilseydi yolunu! Bana mı güvendi kontağı çevirirken!” diye düşünsem de birkaç saniye geçtikten sonra içimde garip bir sorumluluk duygusu oluştu. Sorumluluk ilginç bir şey değerli arkadaşlarım. Az önce uykudan açılmayan gözlerim, “Aman durakta bekleyen birini kaçırmayalım, yazıktır, milletimiz gideceği yere zamanında gitsin, zaten hava da soğuk, üşütecekler falan, bir de hastane hastane dolaşacaklar benim aymazlığım yüzünden!” şeklindeki düşüncelerim sayesinde sonuna kadar açıldı. Daha önce hiç bu kadar dikkatli bir halim olduğunu hatırlamıyorum. Şoföre “Sağa dönelim abi, aman abi durak var, yolcuyu alalım, arkaya takılan vaaaaar” dedikçe daha da manyaklaştım. Zira hem otobüsteki yolcuların, hem de dışarıdakilerin kaderi benim elimdeydi. Koskoca otobüs benim direktiflerimle ilerliyor, “Gir” dediğim yere giriyor, “Yok yok oradan değil” dedikçe de o yoldan kaçıyordu. İstesem kimseyi otobüse aldırmam, “Bırak abi bu adam bu otobüsün yolcusu değil, tipe bak bir kere!” der ya da durakta bekleyenlere nanik yaparak kaçar giderdim. İşte kimisine de mevki vermeyeceksin böyle, hemen suyunu çıkarmanın yollarını düşünüyor.

Şoförün de gözlerini açarak durmadan “Şimdi nereden gidiyoruz?”, “Ee sağa mı sapıyorum sola mı?”, “Bir dakika bir dakika anlamadım ben şimdi, bu durakta durmuyor muyuz? Niye?” gibi soruları iyice dengemi bozdu. Zaten koskoca otobüsü kazasız belasız götürmek zorundayım, adam iyice stres yaptırıyor bana bir yandan! Öğrenseydin arkadaşım yolu o zaman! Navigasyon cihazı mıyım ben düğmesine basınca yolu söyleyeyim hemen! İki yardım edelim dedik, “Evet beyler, arkaya doğru ilerleyelim, herkes işine gücüne gidiyor, bak bey amca sağ taraf boş, abla al o çocuğunu kucağına, şu teyze otursun oraya” diye çeşitli yönlendirmeler yapmamı istemediği kaldı koskoca adamın. Bir sabret, dur, anlatacağım işte nasıl gideceğini. Zaten iki gram beynim var, fazla zorlamamak lazım. Sonra saçmalıyorum.

Artık bir yerden sonra adama yol tarif etmekten sıkıldığım için inmem gereken duraktan 3 durak önce indim. Fazla konuşmayı sevmem ama fazladan birkaç adım atarsam, bundan gocunmam. İşte bunlar hep insanın yapısına bağlı şeyler. İrem’in okuluna doğru ilerlerken de kendi yapım hakkında düşünüp bazı çıkarımlar yaptım ve sonuç olarak 3 duraklık yolu kendi salaklığım yüzünden yürüdüğüm sonucuna vardım. Kendimi affedebilmek için de bundan sonra boşuna attığım her adım için gocunma kararı aldım. Kendime gocunarak yine garip işler peşinde koşacaktım ama olsundu. İnsan demek ki hayatında kendisine gocunacak birilerinin olmasını bile istiyor.

Böyle böyle okula vardım. Kimse yoktu. Tam bir idiot gibi toplantı gününü karıştırmış olacağımdan korktum fakat bunu kendime yediremedim ve İrem’in sınıfına çıkıp beklemeye başladım. İnsanoğlu boş kalınca kendine yakışmayacak şeyler yapabiliyor. Baktım gelen giden yok tahtaya çıkıp tebeşirle çeşitli anlamsız şekiller çizdim. Bundan sıkılınca da “Konuşanlar” diye başlık atıp hayalimde yarattığım Şevki’yi ilk sırada yazdım. Necati de rahat durmadığı için onu da listeye ekleyip bir de 2 çarpı attım. Toplantıya çok anlam yüklemiştim ama istediğim gibi gitmeyecek gibiydi. Ortalıkta kimse görünmüyordu ama ben hayalimde bir sınıf oluşturmuştum ve öğretmen içeri girince kimleri şikayet edeceğimi düşünüyor ve pis pis sırıtıyordum. Allah’ım resmen kafayı yiyordum ki bir tane teyze girdi içeri. Akşam eve gidince karşılaştığı manzarayı büyük ihtimalle “İrem’in abisi tahtaya yazı yazıp kendi kendine gülüyordu, spastik galiba o çocuk” diyerek anlatacak olan bir teyze…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder