31 Aralık 2012 Pazartesi

2012 Almanak

Geçen sene bugün, boş bir anımda kendimi düşünmeye verip hakkında “Bu sene olmadı ama önümüzdeki sene adam olacağım artık!” diye bir cümle kurduğum ve her sene olduğu gibi büyük umutlarla girdiğim 2012 bitiyor. Hatta benim gözümde birkaç gün önceden bitmişti. Benim böyle bir yapım var, dibinde 3-4 parmak kalınlığında çay kalan kupayı da fırlatıp atıyorum mesela bir kenara “Bitmiş çayım” diye. O yüzden 20 Aralık’ta falan bitmişti benim için 2012. Ama yine de bugüne kısmet oldu koskoca bir yılda neler yaptıklarımı yazmak.

Ocak
“Okulda son dönemlerimi yaşıyorum, artık bitirmeliyim bu okulu” diye düşündüğümden 85 tane falan ders almıştım dönem başında. Bunun için de Ocak ayı finallerle dolu geçti. Bildiğin ders çalıştım falan. “Yumurta kapıya gelince” diye bir deyim var ya, çok güzel bir şekilde örneklendirdim bunu. Hatta bana göre gayet yüksek bir puan aldığım finalin sonrasında, dersin hocası “Bak, isteyince oluyormuş değil mi Erdem?” gibi sarkastik bir soru sorunca, hocaya göre de gayet yüksek bir puan aldığımı fark edip ilk aydınlanmamı yaşadım. Aydınlanmam geçince de “Laf mı soktu lan bana bu hoca! Bir dk ya!” gibi cümleler kurup kendi içimde atarlandım. Ama genellikle sığ bir insan gibi davrandığımdan, bu durumu da “Ehehehe” diye geçiştirdim. Sonuçta dersi geçiyordum. Hocanın karşısında geçip “Erdem, ne öküzsün ya! Armutsun hatta!” gibi cümleler duysaydım bile sırıtırdım yine. Vermem gereken tüm dersleri verip sadece bir tanesi kalınca, çok da dert etmedim bunu. Zira “Tek Ders Sınavı” diye bir seçenek vardı önümde ve Haziran’da bu hakkımı kullanıp okulu bitirebilirdim. Ama dersin hocası kalanlardan bazılarına bir sınav daha yapma gibi bir karar alıp ve finalin cevap anahtarını da göstererek “Fotoğrafını çeker gibi bakın buna!” falan deyince; “Demek ki aynı soruları soracak lan! 2 dk ezberlerim soruları ne var yani!” diye düşündüm. Hatta bir arkadaşım “Fotoğrafını çeker gibi bakın!” cümlesinin içerdiği anlamı, sanırım “Ne çeker gibi bakıcam lan! Adam gibi çekerim fotoğrafını!” diye düşündüğünden sorular da geçti elimize. Sınav sabahı köpekler gibi rahattım. Hepimiz “Nasılsa aynı sorular çıkacak hehehe!” diye bir fikir birliği sonucunda normal zamanda yapmadığımız kadar geyik yaptık. Ama sınava girince önümüze ansiklopedi kondu resmen. Hoca aklına gelen her soruyu sormuş, hatta zorlasa “Nasılsınız?” gibi genel geçer sorular bile soracakmış, maksat soru sormak olsun diye. Ama sonunda geçtim dersi. Bazen kafam çalışıyordu.

Şubat
Her sene olduğu gibi bomboş geçirilmiş bir ay. Bir de bu sene Şubat 29 gün çektiği için, fazladan boş bir gün daha geçirdim. Ömürden gidiyor tabii hep bunlar.

Mart
Son dönemime başlamıştım artık. İnsan gibi çalışıp, zaten az dersim vardı, okulu bitirecektim. Seçmeli ders olarak tiyatro dersleri aldığım için verdim kendimi Epik Tiyatro’ya, verdim kendimi Absürt Tiyatro’ya. Bertolt Brecht, Samuel Beckett falan artık emmi gibi olmuştu benim için. Her akşam yemeğinde soğan kırıp yiyorduk sanki. Fizik dersi alıyordum bir de yine ama tabii ki anlamıyordum.

Nisan
Şöyle bir düşündüm “Nisan’da ne yaptım lan ben!” diye yemin ederim aklıma bir şey gelmedi. Hatta geçen senelerde yazdığım şeylere baktım, onlarda da Nisan ayını hiç hatırlamamışım. Allah’ım neden unutuyorum ben Nisan ayını ya! Niye değer vermiyorum ona!

Mayıs
Finaller başlamıştı sanırım Mayıs’ın sonunda. Hepi topu 3 ders aldığım için “Aman yeaa geçeriz yeaa” gibi cümleler kurup kendimi finallere hazırladım. Fizikten geçemedim.

Haziran
“Lan geçemedim fizikten ne olacak şimdi!” diye düşünmeye başladım Haziran ayına gelince. Sonra geçmişi hatırlama metoduyla kendimi bir anda Ocak ayında buldum ve “Tek Ders Sınavı” geldi aklıma. “Aa doğru lan, girerim tek derse, bitiririm okulu!” diye düşünüp mutlu oldum. Ama o süreç çok sıkıcıydı. Günlerce ders çalış, sınava gir, sınav sonuçları açıklansın diye kafayı ye, hatta stresten gözüne kan otursun ve ilk çağlarda yaşadığı varsayılan canavarlara dön. Kırmızı gözlü bir mahlukattan bahsediyoruz sonuçta. Sonunda artık bu tipime dayanamayıp hocaya “Hocam ne oldu bizim iş? Bir haber verin!” tadında mail atmam ve hocadan anında “Geçtiniz, tebrikler!” diye bir cevap gelmesi. Maili okuduktan sonraki 2-3 saati inanın hatırlamıyorum. Okul bitmişti! Ne yani kimyager mi olmuştum ben artık! Oha! İnanamıyordum. Zira kendimi 3. sınıftayken falan artık mezun olmayacağıma gayet de güzel ikna etmiştim. Şimdi nasıl olur da mezun olurdum! Bir hata olmalıydı! Sonra bir silkinip kendime geldim, “Ne hatası lan! Bitmiş işte okul! Ne kurcukluyorsun! Hata olduysa oldu! Yapmasalardı! Bitti okul banane!” gibi düşünceler eşliğinde. Okulla ilişiğimi kestim, kep fırlattım, diplomamı aldım ve içindeyken bir azap gibi gelen ama son gün okulun meşhur yokuşunu çıkıp da şöyle bir geriye dönüp baktığımda aslında bir rüya olduğunu fark ettiğim yolculuğun sonuna gelmiştim. Hep dedikleri gibi hayat aslında şimdi başlıyordu.

Temmuz
Temmuz’un ilk günlerini aptalca geçirdim. “Mezun oldum lan banane köpek gibi yatarım!” falan dedim. Sonra askerlik işlerini halletmek üzere hayat adına bir şeyler yapabilmek için ilk adımımı attım dışarı. Askerlik şubesi, hastane falan derken yaklaşık bir haftada terhis oldum, zira muaftım askerlikten. Gözümün bozukluğu ilk defa bir işe yaramıştı, eve dönünce gözlerimi sevdim. İş görüşmelerine de başlamıştım artık. Beni görüşmeye kendileri davet eden bir şirkette, benle görüşen bir adamın sorduğu “İngilizce’ne niye çok iyi yazdın?” sorusuna önce gülüp sonra da “Ee Boğaziçi mezunuyum” diye cevap verince şirketten geri dönüş olmadı. Sanırım adam, ben cevap verirken suratımdaki “Oha! Ciddi ciddi soruyor musun bu soruyu! Şimdi bir şey diyeceğim ama neyse! Te allam ya!” ifadesini gördü.

Ağustos
Ağustos’ta da iş baktım ama doğru düzgün bir şey yoktu. Zaten hayatımın en salak ayıydı Ağustos. Neyse…

Eylül
Doğum günümün olduğu ay. 25 yılı tamamladım bu sene. Adam olmuştum be artık! Yani yaş itibariyle öyle düşünülebilirdi. Çocukça hareketlerim var çünkü hala ve bunları yapmak çok eğlenceli yeaa! He bir de iş buldum Eylül’de. Ar-Ge elemanıydım artık. Araştırıp, geliştirip ülke ekonomisine katkıda bulunacaktım, bilim adına ilerlememizi sağlayacaktım. Heyt be!

Ekim
İşte yeni işe alışma durumları falan. Çok ekstra şeyler yapmadım. Bir tek şunu fark ettim, çalışma hayatı başlayınca monotona bağlıyorsun ciddi ciddi.

Kasım
Şirket yeni fabrikaya taşındı, yorgunluğun ne demek olabileceğini gördüm ben de. Eskiden gece 3’te 4’te hala uyumayan ben, işten eve gelip saat 8 gibi yatağa attım kendimi. Pis telefonun pis alarmı olmasaydı daha da uyurdum sabah ama işe gitmek de gerektiğinden erkenden kalkıp yine yoruldum. Yoruldum, uyudum, yoruldum, uyudum şeklinde bir düzen oturttum bu ay.

Aralık
İşe iyice adapte olup deli gibi boya yapmaya başladım. Bir de çok pis olduğumu fark ettim. Boya yaparken her yeri boyuyorum, kollarım, yüzüm bile kıpkırmızı oluyor mesela. Yolda falan bir gören olsa, “Erdem ne oldu sana hasta mısın?” ya da “Erdem sen neden utandın böyle kıpkırmızı olmuşsun?” diye sorabilir. O kadar kırmızı oluyorum çünkü. Aralık yılın son ayı olduğu için de çok önem vermedim kendisine, o yüzden çok da bir şey yapmadım. Bitmiş bir yıl sonuçta, 11 ay boyunca bir şey yapmamışım da son ay mı yapacağım? Bence çok saçma.

En çok büyüdüğümü anladığım yıl oldu 2012. Ergenmişim gibi demiyorum bunu. Hani öyle bir trip değil bu, “Tanıdım artık dünyayı” falan gibi. “Tanıttılar dünyayı” desem daha güzel olur aslında. Hayatın boyunca tanıdığın insanların hepsinin sana çok fazla şey katabileceğine dair sarsılmaz bir inancım var ve bu sene bu gerçeği çok da iyi bir şekilde gördüm. Bunun için de teşekkür edeyim herkese. Getirdikleriyle, götürdükleriyle, gelenlerle, gidenlerle en yoğun senem oldu 2012. 32 tane yazı yazmışım 2012 boyunca. Bir sürü kitap okumuşum. Yine çok çok müzik dinledim. En çok dinlediğim şarkılardan biriyle bitireyim yazıyı:

http://www.youtube.com/watch?v=-UJX0QpkhhU

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder