10 Ocak 2013 Perşembe

Beyin

Hayatımda kendimce değişiklikler yapmak için dışarı çıktım. Yani aslında dışarı çıkmaktan kastettiğim şey servisten indiğim. Servis de en nihayetinde kapalı bir mekan olduğu için ondan inince dışarı çıkmış oluyorsun diye düşündüm. Neyse, spontane gelişecek bir yol izleyecektim. Eve gitmek için hemen minibüse binmeyecek ve aklıma ne gelirse onu yapacaktım. “Allah ne verdiyse!” de denebilir bu duruma. Benim değişiklikten anladığım bu; her zaman yaptığım şeyler yerine o an aklıma ne geliyorsa onu yapmak. Ne bileyim işte durup dururken akbil doldurmak falan gibi garip şeyler işte.

Bu düşünceler eşliğinde ilerleyip, neler yaparsam çok ilginç bir serüven yaşarım diye fikir yürüterek birtakım kararlar almaya çalışırken, üniversite hayatımın son senesinde çalıştığım İngilizce kursunun bulunduğu alışveriş merkezinin önüne geldiğimi fark ettim. İçeri girip, eğer kapıdaki güvenlik de tanıdıksa, cebimdeki hiçbir şeyi çıkarmadan o metal şeyin içinden geçebilir ve bu sayede alışveriş merkezine giren diğer insanların gözünde çok önemli bir bireymişim gibi bir imaj uyandırabilirdim. İnsanoğlu olarak nasıl bir doğamız varsa en salak şey sayesinde bile takdir edilmeyi bekliyor. Ya da ben mi böyle idiot bir yaradılışa sahibim, bilmiyorum. Çantayı falan teslim etmeden gireceğim oraya ve değerli biri olduğum düşünülecek. Allah’ım bazen gerçekten sapıtıyorum!

Aklıma gelen bu ilk fikir, üzerinde biraz düşününce çok cazip gelmedi bana. Güvenliğin tanıdık çıkması durumunda, kendisiyle konuşmak durumunda kalabilirdim ve o an için, bir alışveriş merkezini korumakla görevli bir insanla paylaşabileceğime inandığım bir konu bulamadım. Zaten yirmi dört saat içinde bulduğum konuşulabilecek konu sayısı en fazla üçken, bir tanesini bu adamla harcayamazdım. Ne harcayacağım zaten ya! Başka adam mı yok konuşacak da benle konuşuyor! Zaten bütün gün boş boş duruyorlar! “Lanet olsun güvenlik kavramına da, insanlığa duyulan güvensizliğe de” diye saydırarak alışveriş merkezini geçtim.

Evet, ortada hiçbir sebep yokken, güvenliğin birine karşı hınçla dolmuştum! Hayatımda daha önce hiçbir güvenliğe karşı hınçla dolmadığım için, bir değişiklik sayılabilirdi bu benim adıma. (Bu arada yürürken, “hınçla dolmak” eyleminin ne kadar komik ve anlamsız olduğunu düşündüm, hatta bu iki kelime iyice saçma gelsin diye en az yirmi kere “hınç hınç hınç” falan dedim. Köpek görünce istemsiz olarak “tuts oğlum tuts tuts tuts” diyen mahalle serserileri gibi olmuştum)

Niye böyle salak hareketler yapıyordum ben? Nereden geliyordu aklıma böyle anlamsız şeyler? Neyim eksikti? Neyim tam olmamıştı? Hangi genleri alırken sıkıntı yaşamıştım? Neden manyaklık ve boş boş şeyler düşünme genlerini gereğinden fazla almıştım? Yediğim ne dokunmuştu bana da beynimin normal fonksiyonları engellenirken, gereğinden fazla aptallık ve anormal şeyler yapmama neden olan fonksiyonlar devreye girmişti? Nasıl bir su içmiştim ki vücudumun doğal seyri bozulmuş ve saçma kimyasal reaksiyonlar gerçekleştirecek hale gelmiştim? Neden kendimi doğru düzgün yetiştirememiş ve insanlığa hayrı dokunacak şeyler düşünmeyip, yerine ipe sapa gelmez şeyler düşünüyordum? Resmen beni çekip çevirecek ikinci bir beyne daha ihtiyacım vardı. Beyin takımımızı oluşturup, hayatımı idame ettirmemi sağlamalıydık. Biraz bencilce bir istekti bu belki ama buna ihtiyacım vardı. Yoksa böyle tek başıma olursam, affedersiniz ama sığır gibi yaşayıp gidecektim. Birinin kolumdan tutup “Dur, oraya gitme!”; ağzımı kapatıp “Dur, ‘hınç hınç hınç’ deme!”; tipime bakıp, çünkü tipimden anlaşılıyor benim salakça şeyler düşündüğüm, “Dur, öyle düşünme!” falan demesi gerekiyordu. Çok büyük misyonlar mı yükledim o kişiye bilmiyorum ama bana birazcık sahip çıkabilirse iyi olurdu yani. Ben de güvenlikle muhabbet edeceğime, onunla muhabbet ederdim. Vaatte bulunduğum tek şeyin şimdilik bu olması da çok komikti gerçi. Olsun yavaş yavaş hepsi olurdu. Beynimi çalıştırmayı öğrenecektim nasılsa.

“Değişiklik yapayım lan biraz!” diye çıktığım yolda sadece bir güvenliğe durup dururken sinirlenerek ilginç bir aktivite içerisine girmiştim ama bu sinir sonradan kendime dönünce, “Neyse hafiften bir aydınlanır gibi oldum, biraz daha bu konu üzerinde düşünürsem tam olarak ışıl ışıl olup o zaman yaparım asıl değişiklikleri beyin takımımla ehehehe” diye sevindim. Böyle birden durup dururken, ortada elle tutulacak doğru düzgün bir şey yokken bile sevinebilirim ben. Saçma bir huy daha! Sevinince yaptığım en önemli şey de müzik dinlemek. Ne zaman böyle bir karar aldıysam artık, “Dur lan mutlu olunca müzik dinleyip, başka bir şey yapmayayım” diye, yine bu kararı uygulamaya karar verdim. İnsan sığ olmaktan anında kurtulamıyor dostlarım! O yüzden shuffle modunda ilk çıkacak şarkıyı dinleyecektim. Kulaklıklarımı taktım, Pain of Salvation’dan “People Passing By*” çıktı karşıma ve artık kulaklarımda sesini duymaya başladığım şarkı şöyle bitecekti:

Once he was strong, and filled with visions.
With life ahead he set his aims.
Then things went wrong.
Now his ambitions have turned to smiles conserved in frames.
Still could be strong could be a prophet!
He would teach truth to every man!
He'd see the light through every shadow, but Entropia denies he can!

Şarkının ilk notalarını da dinlerken, arkamdan bir araba korna çalarak geçip gidecekti. Kornayı duymayacaktım ve araba geçip gidecekti. Bir sürü şey gibi beni arkasında bırakacak ve gidecekti…


* “People passing by”, “insanlar geçip giderken” gibi bir anlama sahip.

http://www.youtube.com/watch?v=f47atyeCmrE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder