11 Şubat 2013 Pazartesi

"Evlen Ulan Artık!"

Geçtiğimiz Cumartesi günü akrabalarımızdan birinin nişanına gittim. Bu tarz organizasyonlar küçüklükten beri çok hoşuma gitmeyen şeyler. Yani en azından aklım bir şeylere ermeye başladığından beri uzak durmaya çalışıyorum bunlardan, çünkü garip oyun havaları eşliğinde kollarını iki yana kaldırıp parmaklarını şıklatmak ve bunu yaparken de ayaklarını müziğin ritmin uydurarak sağa sola veya yukarıya aşağıya hareket ettirmek fazlasıyla garip geliyor bana. Hele bir de halay pozisyonunda birkaç adım attıktan sonra durup eğilerek ve üç kere alkış sesi çıkararak yukarı doğru kalkmanın mantığını hiç çözmedim. Neydi bu oyun havasının adı hatırlayamadım şimdi, “damat” falan galiba. Tam emin değilim gerçi.

Ama işte bazen sosyalleşesim geliyor ya da sevdiğim birinin bir organizasyonu falan oluyor, gidiyorum. Şimdi bu tarz şeylerde karşılaşabileceğimiz belli sorunlar var. Öncelikle, hepimiz fark etmişizdir bunu, akrabalık ilişkileri belli başlı kimseler üzerinden yürür. Böyle bir organizasyonda tek başına bir birey olarak anılabilmen için çok deneyimli, ortamlara girip çıkan biri olman gerekir. Mesela ben, “Emel’in oğlu” diye tanınırım, “Ben, Erdem” desem çoğu kimse anlamaz. Merak ettiğin biri olur ya da, sorarsın annene, “Anne bu kim?” diye, cevap şöyle gelir: Fatma’nın eşinin kardeşi. Yani beynini biraz yorman gerekiyor merak ettiğin kişinin kim olduğunu anlayabilmen için. “Ezgi’nin görümcesi”, “Murat’ın amcası”, “Kadriye Yenge’nin oğlunun torunu” gibi terimlerle karşılaşmadım diyen yalan söyler. Ama en büyük sorun, yılda en fazla iki kere gördüğün akrabalarına kendi hayatınla ilgili, aslında onları çok da ilgilendirmeyen bilgiler vermendir. “Okul nasıl gidiyor?”, “Ne zaman bitiyor?”, “Ne olacaksın bitirince? Mühendis mi?” gibi sorularla başlıyor bu sorgu, yaşın ilerledikçe “Askerliği ne yaptın?”, “İş buldun mu?”, “Maaş ne kadar?” şeklinde sorular geliyor. Takside gireceğiz ya çünkü beraber, maaş önemli o yüzden. Belli bir yaşa gelince de sana sorulacak fix soru belli: Ee sen ne zaman evleniyorsun? Sıra sende artık. Bunu soracaklar sana, yapacak bir şey yok. Çünkü “akraba” kelimesinin sözlüklerde yazmayan bir anlamı da şudur: Senin ne zaman evleneceğini senden çok merak eden ve aranızda kan bağı olan kişi.

Nişanın yapılacağı yere doğru ilerlerken aklıma gelen bu soru tabii ki soruldu bana. Önceden bu sorudan kaçmak için kullandığım çeşitli bahanelerim vardı. İşte, “Daha lisedeyim ben ya oha ne evlenmesi” ya da “Daha yaşımız genç ehehehe” falan diyerek savuşturuyordum bu soruyu. Ama artık elimde fazla bahanem kalmadı. Akraba dediğimiz insanların da gençleri görünce beyninde çeşitli düşünceler, yorumlar oluşuyor ya bir de, o da sıkıntı işte. Mesela görüyorlar seni, başlıyor beyinleri bir şeyler fısıldamaya: “Ulan bu çocuk mezun oldu, askerliği de yok, niye evlenmedi ki daha? Bunu hemen sormalıyım kendisine, yoksa içim içimi yiyecek.”

Ve sonra geliyor geliyor soru: “Ee senin nişan ne zaman yiğenim? Bak elin ekmek tutmaya da başladı, artık bul birini, gelelim düğününe”. Tamam, elim ekmek tutmaya başladı da, evlilikte elinin ekmek tutması yetmiyor ki. Çorbayı da tutacaksın, makarnayı da karıştıracaksın, bir yandan fırında kek yaparken, diğer yandan da elektrik faturasını ödeyip, doğalgaz çok gelmesin diye kombiyi kısacaksın. Benden 3-4 yaş küçük akrabalar falan birer birer evlendiler bir de, tek kazık ben kaldım bekâr olarak, o yüzden daha çok göze batıyorum sanırım. He bundan şikâyetim yok, zaten yeni mezun olmuşum, okulu bitirene kadar yaşadığımı anlamadım, bunun için biraz keyif yapmak en çok istediğim şey bu aralar. “Allah’ım n’olur evleneyim ya bir kız çıkar karşıma, çoluk çocuğa karışayım, yaşım aldı başını gidiyor, tut elimden” falan dediğim de yok. Ama bunu akrabaya anlatamazsın. Evleneceksin, başka yolu yok. Hem de hemen!

Gerçi bu tarz muhabbetleri sadece akrabalar da yapmıyor. Belli bir yaşa gelmiş insanların, kendinden yaşça küçükleri evlendirme gibi bir merakı var. Geçen gün şirkette fotoğraf çekimi vardı, web sitesine falan konacakmış fotoğraflar tanıtım amaçlı, o yüzden “Güzel giyinin” dediler. Bunu duyunca da üzüldüm biraz, “Acaba çok mu kepaze gibi giyiniyorum lan!” diye. Neyse, giydim takım elbisemi, çıktım evden. Servise binince ilk tepki şu oldu: Ooo damat bey! Hoşgeldiniz. Arkama falan baktım hatta benden başka biri daha mı biniyor diye. Siyah takım elbise giydik diye, hemen bir damat yakıştırması, alttan alta da çeşitli mesajlar, “Hadi hadi evlen artık” gibi. “Ehehee” diye salak salak güldüm ben de ne yapayım! Neyse, bunu atlattık, bu sefer de fotoğraf çekilirken “Erdem acayip şık olmuşsun, düğün ne zaman?” soruları gelmeye başladı. Ulan durun iki dakika, poz veriyoruz, gülümsüyoruz falan, bir de gülümseme bozulmasın diye ağzının kenarıyla cevap veriyorsun, mıy mıy bir şeyler sallıyorsun falan, komik yani. Biri daha sorunca en sonunda “Abi aday yok daha aday, ne düğünü!” dedim sonunda. Çözüm de hazır ama: Ee bilmem kimin kuzeni var, böyle sarışın falan, onu yapalım sana. Bana yapmak?

Akşam oldu, servise bindim, yine aynı muhabbet: “Erdem ne zaman düğün?”. “Daha çok var abi ya” dedim. Cevap verdik, kapansın konu halbuki değil mi? Yok, deşilecek illa. “Niye yok mu kız arkadaşın?” sorusu gelecek yani, belli. “Yok” dedim. Tabii konuya devam: “Ee olsun bir tane, bak yakışıklı çocuksun, hayatındaki çeşitli stresleri alır.” Çeşitli stresleri almak? Nasıl yani?

Şunu demiyorum, hani “Evliliğe karşıyım, ne evleneceğim ya manyak mıyım!” falan. Tamam, güzel yanları var bu olayın, kendi evinde sevdiğin bir insanla berabersin, canın mı sıkıldı, atla arabana, gez, toz, muhabbet edebileceğin ve seni anlayacağını bildiğin biri var yanında, hoş şeyler bunlar. Ama bu olumlu tarafları elde edebilmek için çok fazla çaba sarf etmek de gerekiyor, maddi ve manevi. İşin maddi boyutu belli zaten, evlenmeye karar vermek ciddi bir mali külfeti getiriyor yanında ve evlendikten sonra da evin geçindirilmesi gibi bir durum söz konusu. Geçen gün Ece’yle buluştuk, onunla da konuştuk hatta bu durumu ve ona da söyledim, ne bileyim kendimi “Elektrik faturası gelmiş, onu yatırmak lazım” gibi bir düşünceye hazır hissedemiyorum henüz. Hatta Ece de bugüne kadar elektrik faturasıyla olan tek ilişkisinin, annesinin eline faturayı tutuşturması ve “Şunu yatır” demesi olduğunu söyledi, güldük falan. Hayatındaki insanla da sevgili durumundayken gülüp eğleniyorsun, oraya buraya gidiyorsun falan ama o insan bir yerden sonra “Evin de kirası geldi, ne yapacağız?” diye sormaya başlayacak sana mesela. Ee biz daha yeni konuşmamış mıydık “Ayh hayatım yaa şuranın waffle’ı çok güzeeelll, oraya gidelim miiiii?” diye? Ne ara ev kirasına geldik, ne ara su faturası yatırılmayı bekler duruma geldi?

Tamam, kazandığın maaşa göre belli başlı şeylerin üstesinden gelebilirsin, ya da kazandığın kadar harcarsın, olayı kurtarmaya çalışırsın falan ama bir de manevi boyutu var bu olayın. Evleneceğin insan, hayatının bundan sonrasını beraber geçirmeyi seçtiğin insan oluyor ve bunun ağızdan çıkmasıyla, gerçekten hissedilmesi arasında çok büyük farklar var. Yoksa dersin yani, ne var, “Evlenelim biz” falan diye ama kimisinin canı sıkılıyor ve “Pat!” diye ortada bırakıyor seni. Ee şimdi kime nasıl güvenebilirsin? O, her yere düştüğünde elinden tutup kaldırdığın insan, sen yere düşünce elini uzatmak yerine kıçını dönüp gidiyorsa zaten birlikte olma böyle biriyle. Senin için çok daha hayırlı, hatta belki de hayatta başına gelebilecek en hayırlı şeylerden biri bu. Bir de bu olayların geleceği etkileme gibi bir durumu var. Böyle garip şeyler yaşadıkça, karşına düzgün biri çıkacak bile olsa, hep bir ön yargıyla yaklaşıyorsun insanlara. Bir gün öncesinde “İyi ki varsın, seni çok özledim” diyen insan, ertesi gün gelip ayrılmak istediğini söyleyebiliyor sana. Bu o kişinin karakteriyle ilgili bir durum, tamam, ama insanda garip izler bırakabiliyor işte bu tarz muhabbetler. Ya çok fazla düşünmeyeceksin, kendinden çok fazla vermeyeceksin, çünkü insanlar, sen verdikçe alan canlılar, ya da gerçekten kendini verdiğinde bunun kıymetini anlayıp sana hak ettiğin değeri verecek insanlarla beraber olacaksın. İkincisi çok daha iyi bir seçenek gibi geliyor bana.

“Ee senin nişan ne zaman yiğenim? Bak elin ekmek tutmaya da başladı, artık bul birini, gelelim düğününe” diyen akrabaya “Emel’in oğlu” olarak şöyle bir bakıyorum ve “Kısmet ya bakalım” diye dünyanın en genel geçer cevabını verip annemin yanına doğru koşuyorum ve sonra anneme soruyorum: Kim bu kadın? Daha cevap gelmeden tahmin edebiliyorum zaten: Bilmem kimin kuzeninin kayınvalidesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder