19 Şubat 2013 Salı

Yaşasın! Amca Oldum!

Kapıyı açtıkları gibi sordum: Sizce ben amca mıyım? Karşımda bana anlamsızca bakan üç çift göz var. İnsan içeri girince “Merhaba, nasılsınız ne yapıyorsunuz ya?” falan demeli aslında. “Amca gibi mi duruyorum?”, “Bana şöyle bir alıcı gözüyle baksanız ‘Amaaan amca bu ya!’ falan der misiniz?” diye soruları arka arkaya sıralıyorum. Evdeki kimseden tepki yok. Haklılar. Oğullarının ve abisinin sonunda kafayı sıyırdığına ikna olmuş gibiler. Sanırım İrem vardıkları kanıdan emin olmak için soruyor: Ne oldu ya?

Şu oldu: Asansöre binmek için “Çağır” düğmesine bastım. Sanki benim asansöre binmemi bekliyorlarmış gibi dört kişilik bir aile belirdi yanımda. Mecburen birlikte binilecek o asansöre ama bu dört kişinin iki tanesi ufacık çocuk daha. Şu hayatta başaramadığım birçok şey var belki ama en başarısız olduğum konu çocuklara şebeklik yapmak sanırım. Biliyorum, o çocuklar rahat durmayacak ve ben de aşağıdaki amca gibi nur yüzlü biri olup çeşitli sevimlilikler yapacağım asansörden inene kadar.



Asansöre adım atar atmaz, daha ufak olan ve babasının kucağında duran çocuk suratıma şaplakları indirmeye başladı. O, gâvura vurur gibi vuruyor bana, ben de “ehehe” diye sevimsizce gülüyorum. Babası “Sevdi sizi” diyor. Belli ki çocuğu çok yanlış yetiştirmişler. Seven adam böyle mi yapar! Acımadan indiriyor tokatları. “Höyt yeter be!” desem, olmaz. Kibarlığı elden bırakmak istemiyorum. Bıçağını çıkarıp saplayacak gibi bir tip var zaten çocukta, “heytli höytlü” konuşmak daha pis bir durum yaratacak. Baktım olacak gibi değil, beynimin en ilkel noktasıyla düşünüp, çocuğun elini tuttum, “Ehehe ufacık” falan dedim. Çocuk sevme yeteneğim yok sanırım ve bunu her ortamda belli ediyorum. Artık çocuk, o lafımı “Ele bak bu ne lan! 2 santimetrelik el mi olur!” falan diye anladı galiba ve garip bir intikam hırsıyla elini benden kurtarıp sakallarıma yapıştı. Bu yaşıma kadar, herhangi bir insanın, herhangi bir şeyi yerinden bu kadar hınçla çektiğini görmedim. Baba da pişkin zaten, ben acı çekiyorum orada, adam oğluna dönmüş, “Aa ne oğlum onlar!” diye hayatı öğretiyor benim üzerimden. “Sende de çıkacak mı onlardan?” diye soruyor. Çıkmasına gerek yok ki, benden kopardıklarını suratına yapıştırsa “Mucize çocuk! 2 yaşında ama sakalları çıktı! Kıyamet geliyor!” diye ortalığı velveleye veren gazetelere manşet olur, Ali Kırca’nın karşısında oturup gündem yaratır. Bir de köşeye sıkışmışım, kaçacak yer de yok. Asansör de bir çıkamadı 7. kata, daha 4. kattayız ve daha önümde geldiğim kadar yol var neredeyse. Zaten anladım ki kriz yönetimi gibi bir yeteneğim yok. Başıma ne dert gelse, çekmeye razıyım, böyle de alçak gönüllüyüm. Çenemi kurtarmak için cümle kurmak geldi aklıma, babasına “Adı ne?” diye sordum. Dünya üzerinde sorulmuş ilk soru olma ihtimali olan soruyu, üzerinden milyonlarca yıl geçmiş olmasına rağmen hala hayat kurtarıcı olarak kullanma gibi bir olay içerisine giriyorum. “Mehmetcan” diyor adam. Belli ki bir anlamı yok. O zaman intikam vakti geldi. “Hımm anlamı ne?” diye soruyorum. Adam başlıyor anlatmaya, “Mehmet bildiğiniz üzere …” diye ama asansör geliyor 7. kata ve inmek için hamle yapıyorum. Çocukların annesi, kızını kenara çekerek, “Yol ver kızım, amca geçsin” diyor. “Amca”. Ben.

Asansörden inince evin kapısına kadar beyni alınmış gibi yürüdüm. Nasıl amca olabilirdim? Tamam, yorulduk bütün gün şirkette falan ama 15 yıllık da iş yapmadım yani. Bu kadar uzun yılların gölgesi bir günde suratıma düşmüş olamaz. Yani sabah evden çıkmadan bir baktım kendime, çok önemli vaatlerde bulunmayan bir surat görsem de o kadar da amca değildim. “Farkında olmadan kimyasal mı attım suratıma lan?” diye düşündüm. Suratımdaki bütün nemi emerek beni çamaşır makinesinden yeni çıkmışa benzetebilecek herhangi bir maddeyle haşır neşir olup olmadığımı düşündüm. Çünkü var benim öyle dana gibi yaptığım hareketler. O kadar sene kimya okudum, bu bölümde daha ilk derste “Öyle her şey ellenmez, koklanmaz, ağıza atılmaz” falan dendi ama ben bunları ya hiç dinlememişim ya da dinlesem de “Ne olacak be abartmayın bir şeyi de!” diye düşünmüşüm gibi şirkette hangi kimyasalı görsem “Aha bu ne lan!” diyip “cort” diye sokuyorum elimi içine. Sol elim portatif bir periyodik tablo oldu zaten, her köşesinde, gündelik hayatta işimize yarayacak her elementten var. Avcumun içinde sodyum tanecikleri, işaret parmağımda çinko parçaları, sol üst köşede aseton damlaları ve elimin üstünde de “Olur da bir şeyi çözmem gerekirse” diye düşünüp hazırladığım sülfürik asitten yapılmış bir şekil. En azından ıssız bir adaya düşsem, günlük mineral ihtiyacımı falan rahat rahat karşılayıp, vücudun potasyum-kalsiyum oranını falan tutturabilirim. Bu kadar kimyasalla oynayınca elin biraz yaşlı eline benziyor ama ellerime bakıp da “Amca lan bu!” diyebilecek bir insanla aynı apartmanda oturuyor olma gerçeği de beni korkutuyor. Tüme varım yaparsın ama bu kadar olmaz çünkü. Bugün elime bakıp “Yaşlı bu! Amca resmen!” diyen birisi, yarın odamın camını açsam, “Dünyanın basınç dengesini bozdun o havayı içeriye alarak, kelebek etkisi gibi bir şey oldu, şimdi Amerika’da kasırga var senin yüzünden” de diyebilir.




İçeri girip olanları anlatıyorum ve tekrar soruyorum: Cidden amca gibi bir insan mıyım ben? Çok mu kötüyüm ya? Hayatımın baharında olduğumu zannederken, akşam evine gelirken ekmek getiren ve yemekten sonra atletiyle televizyonun karşısına geçen biriymişim gibi bir izlenim mi uyandırıyorum insanlarda? N’olur söyleyin, n’olur!

Annemden soruma soruyla tepki geliyor: Miden nasıl oldu?

Ağlayarak odama kaçıyorum. Çünkü amcaların midesi ağrır.

Ama yemekten sonra biliyorum yapacağımı. Müziği son ses açtıktan sonra atlayıp zıplayacağım odamda. Tavana kadar yükselip yumruk falan atacağım ki evde genç biri olduğunu anlasın o bana “Amca” diyen kadın. Pis kadın seni.

Yemekten sonra:
Bilgisayarı kucağıma alıp oturdum, “Of her yerim ağrıyor ya!” dedim, Beirut’tan bir şarkı açıp “Valla yaşlandık he!” dedim dinlerken. Sanırım şarkının dediği gibi birisinin bana şu sözleri söylemesi lazım gençleşmem için:

all i want is the best for our lives my dear,
and you know my wishes are sincere

http://www.youtube.com/watch?v=kQ4qXMzpH-Y

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder