18 Şubat 2013 Pazartesi

"Tamam, Boğaziçilisin, Anladık!"

Dün akşam eski çalıştığım yerdeki arkadaşlarla bir muhabbet ortamı oluştu, herkes o yerden ayrılmış olmasına rağmen içeride kalan maaşıyla ilgili bir şeyler diyor. Konu ilerledikçe de kimin ne kadar maaş aldığı gibi bir muhabbet açıldı. Ben de aldığım maaşı söyleyip “Bir de sözde Boğaziçiliyiz he” dedim. Birisinden şöyle bir tepki geldi: Ne yani sen Boğaziçilisin diye hepimizden fazla mı almak zorundaydın?

Oradaki en az maaşı ben alıyordum, fakat kurduğum cümlede diğer kişinin anladığı şekilde bir imada bulunmadım tabii ki. Amacım kendi üzerimden örnek vererek, hepimizin kötü şartlarda çalışmış olduğumuz gerçeğine vurgu yapmaktı. İstersen milyon dolarlar al, banane! Fakat söz konusu Boğaziçi olunca insanlar ne yazık ki, çok özür dilerim bu ifadeyi kullandığım için ama bok atmadan duramıyorlar bize.

İnsanlar kendilerini bir şekilde yetiştiriyorlar doğdukları andan itibaren. Kimisi ilkokuldan sonra bırakıyor okumayı, gidip tamircinin yanında çalışıyor; kimisi de okuyabileceği en üst noktaya kadar gidip oradan bir yol çiziyor kendine. Herkes ya kendi seçimlerinin ya da başkalarının onlar adına aldığı kararların peşinden giderek hayatta bir yerlere gelmek istiyor. Kimisi çok iyi yerlere geliyor, kimisi olduğu yerde sayıyor, kimisi de git gide dibe çöküyor. Hayatın böyle bir düzeni var, herkese karşı eşit değil ve tüm insanlar bir yerde kendilerine verilenlerle yetinmek zorunda. İdealist olup “Asla sana verilenlere yetinme!” demek de mümkün ama en idealistimiz bile geldiği noktada yine sahip olduklarıyla yetiniyor. Ben de eğitim hayatım boyunca elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıp bir yerlere gelmeyi amaçladım. Bu yolda yoldaşım Boğaziçi Üniversitesi oldu. Trakya Üniversitesi’nde tıp da okuyabilirdim ya da Ege Üniversitesi’nde herhangi bir mühendislik de. Kimya okumayı istedim, Boğaziçi uyuyordu hedefime ve oraya gittim. Fakat ne yazık ki okulumun çoğu insan üzerinde antipati uyandırma gibi olayı var. İnsanlar Boğaziçi mezunu olduğunuzu duyduklarında yaftayı yapıştırıyorlar size: Şımarıksın sen, ukalasın, bizi beğenmezsin, bizi ezersin.

Günümüz dünyasında hepimizin kabul edebileceği bir şey var: Marka değeri. Mesela Bim’den bir şey aldığımızda buruluyoruz ama Migros’tan alsak aynı şeyi, o zaman daha farklı bir havası oluyor. Bunun doğru ya da yanlış olduğunu tartışacak düzeyde değilim. Fakat kabul etmemiz gereken bir şeyler de var aslında. Eğitim hayatında da böyle bu. Düz lise mezunu bir öğrenciyle Anadolu lisesi mezunu bir öğrenciyi aynı kefeye koymuyor insanlar. Çünkü iki öğrenci arasında okullarının onlara kattığı marka değerinin de etkisiyle bir fark olduğu çok bariz. Kesinlikle şımarıklık olarak algılanmasın bu, sadece edindiğim izlenimi söyleyeceğim burada, mesela bir insanın Boğaziçi mezunu olması durumunda, okuduğu bölüm bile sorulmadan “Ooo Boğaziçili adam!” diye bir tepki duymak çok olası. Neden? Çünkü istesek de istemesek de bu okulun bir marka değeri var ve öğrencilerine de yapışıyor bu. Aynı şey ODTÜ içinde geçerli mesela. Adamlar çalışkan, kafaları çalışıyor ve burada okuyorlar. Bu kadar.

Fakat bazı insanlarda bunun yansıması bu şekilde olmuyor. Boğaziçi mezunu olduğunuzu duydukları an, çok farklı tepkiler verebiliyorlar. Konuya girerken verdiğim örnekte olduğu gibi mesela. Çok özür dilerim ama bunun altında art niyet olduğunu anlamamak için çok saf olmak gerekiyor. “Ulan bu kadar maaşa çalışıyorduk yazık ya bir de doğru düzgün bir okuldan mezunuz” şeklinde kurduğunuz cümleye, “Ne yani biz Boğaziçi mezunu değiliz diye bizi eziyor musun? Sen kendini ne sanıyorsun! Biz Boğaziçi’ni bitirmedik diye senin aldığından daha az bir maaş mı almalıydık!” şeklinde tepkiler almanız ne yazık ki karşınızdaki insanın sizdeki değerini düşürüyor. Hele bir de hiçbir kötü niyet hissetmeden, sadece içinde bulunduğunuz koşulları anlatmaya çalıştıysanız.

İnsanları sadece eğitim düzeylerini baz alarak yargılayacak kadar kör değilim bu arada. Okumayı yazmayı bilmeyen bir adam, tüm olaylar karşısında çok karakterli bir duruş sergileyebilirken, eğitim adına alabileceği her şeyi almış insanlar, insanı insan yapan değerlerden mahrum olabiliyorlar. Bu durumun oluşmasında genlerin etkisi olduğu kadar, çevre de çok önemli bir faktör. Kötü bir ortamda yetişmiş bir insanı dünyanın en iyi okuluna da gönderseniz, yapabileceğiniz bir şey yok, o adam yine kötü oluyor. O yüzden, “Ben şurada okudum ve mükemmel bir insanım” deme gibi bir lüksümüz yok. Ya da “O adam okumamış, gerizekalı o, anlamaz hiçbir şeyden” diyemeyiz. Herkesin yaptığı yanlışlar, sahip olduğu ters düşünceleri var toplum tarafından kabul görmeyen. Ama herkesin tek başına bir birey olmasından ötürü, yani sadece insan oldukları için de görmeleri gereken bir saygı var. Bunu ne ölçüde sağlayabiliyoruz, bilmiyorum.

Mesela insanoğlu olarak bu gezegendeki en mükemmel canlı olduğumuzu söylüyoruz ama sahip olduğumuz en önemli organ olan beynimiz, çoğunlukla kendi istediği şekilde düşünme üzerine evrilmiş durumda. Yani karşımızdakine ne dersek diyelim, karşımızdakinin beyni o an neyi, ne şekilde algılamak istiyorsa, ona göre hareket ediyor. Bu durum da zaman zaman çok büyük sıkıntılar doğuruyor tabii. Çok saçma bir örnek olacak belki ama, bir ortama giriyorsunuz mesela, “Çok havasız burası ya!” diyorsunuz, karşı taraftan şöyle bir tepki geliyor: “He biz mi bitirdik yani havayı! Biz mi bozduk ortamı!” Neden böyle bir tepki geliyor? Çünkü o an, o laf bu şekilde anlaşılmak isteniyor o birey tarafından. Siz ne kadar iyi niyetle bir şey söylemiş olursanız olun, adamın kafa yapısı bu ve bunu değiştiremeyiz. Geçen gün müdürümle muhabbet ediyordum, laf lafı açtı ve konu iş hayatındaki eleman kalitesine geldi. Şöyle bir cümle duydum kendisinden: “Ben Boğaziçi’ni ODTÜ’yü bitirmiş elemana saygı duyarım. Ben zamanında yattım, çalışmadım, giremedim oralara, adamlar çalışmış, emek sarf etmişler ve bu okulları bitirmişler. Ben kalkıp da onlara tek laf edemem.” İşte zaten bizim, hepimizin anlatmak istediğimiz şey, bu cümlelerde saklı. “Boğaziçi mezunuyum ben” deyince, şımarıklık yapmıyoruz biz. Karşı taraf bunu ukalalık gibi algılıyor belki, az önce bahsettiğim beyin fonksiyonlarından ötürü ama çok yanlış bu. Çok ciddi bir emek sarf ettik hepimiz orayı bitirebilmek için. Kafamın tepesinde doğru düzgün saç kalmadı, yan taraflarda beyazlar var falan. Bundan şikâyet etmiyorum, çok daha iyi bir hayat yaşayabilmek için bu seçimi biz yaptık zaten ve bir yerlere gelebilmiş olmanın da keyfini çıkarmalıyız diye düşünüyorum. Seçimlerimize, emeklerimize, sonunda elde ettiklerimize ve ileride ulaşmayı umut ettiğimiz şeylere saygı duyulmadan, “Aman iyi ki Boğaziçilisin” gibi bir cümleyi duymak inanın hiç hoş olmuyor. Ama bu tarz cümleler duymanın da getirdiği bir gurur var ve bundan ötürü mütevazı olmaya çalışmayacağım: Kendi emeklerimizle geldik biz buraya. “Ayh ben şurada takılırım, ayh benim ayakkabım şu marka, üstümdeki buradan alındı, elimdeki telefon şu, herkes alamaz” gibi paranın elde edebileceği şeylerle değil, alın teri dökerek var olduk biz. İşte bunun yaşattığı duygular çok daha başka.

Çok arabesk bir şekilde bitti yazı, kusura bakmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder