5 Şubat 2011 Cumartesi

Sevgili Takvim; Teşekkürler!

Geçen gün elime geçen bir kitabın içinden 10 Ekim 1999 tarihine ait bir takvim yaprağı çıktı. Bu yaprağın hangi amaçla saklandığına dair bir fikrim yok.” Çocuğunuza İsimler” bölümünde her daim kullanılan isimler yazıyor (Erkek: Abdullah, Kız: Ayşe) ve günün yemeği de mercimek çorbası. Bunlar için saklanmış olabileceğine inanmak istemiyorum. “Acaba önemli bir şey mi olmuştu o günde de ben mi sakladım?” diye düşündüm, fakat o tarihte hayatım adına gerçekleşmiş en büyük değişiklik Fen Bilgisi’nden yeni bir ödev verilmesidir ve büyük ihtimalle ben de onu yapıyorumdur; bunun için de takvim yaprağını saklamış olamam sanırım.

Tabii o tarihlerde on iki yaşındayım ve hayatım yemek yemek, okula gitmek, ders çalışmak ve uyumak üzerine kurulu. En büyük derdim ödevimi yaparken kullandığım 0.7 uçlu kalemin ucunun bitmesi. Saçma hayallerim de yok değil bu dönemlerde. İleride de her şeyin tıpkı o yaşımdaki gibi rahat olacağını düşünüp, affedersiniz ama sığır gibi yaşamaktayım.

Şimdi, “zaman ilerledikçe dertler de büyüyor, keşke hep çocuk kalabilsek” geyiğine girecek değilim. Bazı şeylere realistik yaklaşmak gerekiyor. Sonuçta zaman ilerledikçe sizi yarı yolda bırakan 0.7 ucunuz olmuyor; onun yerine bazı yüzler geliyor, bu yüzlerin sahipleri geldikleri gibi gidiyorlar ya da kaybettiğiniz karakteriniz, masumiyetiniz oluyor bazen. O yüzden yitip giden şeylerin ya da şahısların arkasından, “keşke hep çocuk kalsaydım ühü ühü” diye ağlamak çok saçma geliyor bana. Herhangi bir şeye sahip çıkmasını bilemedikten ya da eline geçen fırsatları kullanamadıktan sonra suçu içinde bulunduğun yaşa atmak büyük bir aymazlık örneği bence. Çocukluğun arkasından ağıt yakmaktansa, bazı gerçeklerin farkına varmak gerekiyor. Benim de çocukluğun arkasından söyleyeceğim şeyler, Redd’in şarkısında gizli zaten:

Yüksek gökdelenler yapraksız ağaçlardı

Bir aşkın gölgesinde hayal kuran var mı?

Beni bekliyordu gerçekler ellerinde boş kafesler

Kalmadı mevsimler, göçecek başka şehirler

Havada süzülüyordum, yoktu konacak bir kader

Beni bekliyordu gerçekler ellerinde boş tüfeklerle

Küçük bir çocukken uçmayı isterdim

Ben hayal kurdukça biri bozuyor sanki hala…

Bunları defterime yazarken kullandığım 0.7 uçlu kalemin ucunun bitmesi de çok ironik oldu. “Nereye koydum ben bu uç kutusunu yaa?” diye söylenirken, (bir işe nasıl başladıysam o işi o şekilde tamamlamak isterim, o yüzden başka bir kalemle yazmak yerine 0.7 uçların içinde bulunduğu kutu bulunmalıdır.) aklıma “acaba ilk uçlu kalemimi kaçıncı sınıfa giderken almıştım?” diye bir soru takıldı. (Zamansız yerlerde aklıma gelen sorular bir süreliğine hayattan soyutlanmama neden olur.)Sorunun cevabını bulamayınca, “keşke kalemi aldığım tarihi gösteren bir takvim yaprağını herhangi bir kitabın arasına koysaydım” diye düşündüm. Fakat bu sefer de o takvim yaprağını hangi kitabın arasına koyduğumu düşünüp, eğer cevabı bulamazsam çaresiz hallere düşebilirdim. Sonra aklıma takılan düşünce ise şu oldu: Bu kadar çok şeyi kafana takıp düşünürsen yirmi dokuz yaşına kadar son nefesini çoktan vermiş olursun. Bu acı gerçek yüzüme bir tokat gibi çarptı ve “Yirmi dokuz yaşıma kadar yaşarsam iyi olur yaa” diye bir karar aldım. Bu kararımı masamın üzerinde duran küçük bir kâğıda “Yirmi dokuz yaşına kadar yaşa!” şeklinde yazdım ve bu kâğıdı da kırmızı bir raptiye ile mantar panoya tutturdum. (Raptiyenin kırmızı olmasının herhangi bir anlamı yok, spontane bir tercih oldu, elimi attım, o geldi.) Sonra, “dur bir tane karar az oldu, birkaç tane daha yazıyım da daha kararlıymışım gibi gözükeyim” diye düşünüp, ilk kararımın altına birkaç şey daha sıraladım. İşte, her şeyi kafaya takma, herkesin güler yüzüne aldanma, kendini kullandırtma, akşama dışarı çıkıp ekmek al, çayı Beşiktaş kupandan iç, kalemine 0.7 uç al gibi şeyler oldu bu kararlar da.

Hayatım adına çok önemli kararlar aldığıma inandığım için bugünün, hayatımın çok önemli bir günü olduğunu düşündüm ve takvimden üzerinde 5 Şubat 2011 yazılı yaprağı koparıp, telefonumun bataryasının altına sakladım; böylece her istediğimde, arkasında bana hayat adına dersler verebilecek olan birkaç tane atasözünün de bulunduğu bu yaprağı görebilecektim. Bu durumu fark edince çok sevindim. An itibari ile de çok mutluyum. Bu mutluluğu bana verebildiğiniz için teşekkürler takvim ve onun yaprakları…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder