24 Şubat 2011 Perşembe

Konuş Erdem Konuş!

Çok konuşan biri olmamama rağmen, bazı insanların yanındayken ya da telefonun diğer ucunda onlar olduğunda konuşma olayını dizginleyemediğimi fark ettim geçen gün kırk dakika süren konuşma sonunda telefonu kapatınca. “Ben bu kadar konuşmazdım ne oldu acaba?” diye düşündüm, sonra “ben hiç konuşmazdım aslında” dedim. Elimdeki telefona bakıp “Allah Allah” diye ekleyerek de içimdeki hayret etme duygusunu açığa çıkardım…

Sessiz, sakin biri olarak biliyorlar beni ve sanırım hakkımda böyle düşünülmesinin nedeni de zorunda olmadıkça cümle kurmamam olabilir. Zaten moralim bozuk olunca ağzını bıçak açmayan, asık suratlı, pis bir şey oluyorum. Dışarıya çok iyi yansıyor olmalı ki bu halimi, beni gören, “neyin var senin?” diye soruyor hemen. Böyle zamanlarda hiç çekilmediğimi söyleyen arkadaşlarım da oldu. (Bazı arkadaşlarım çok açık sözlüdür, ”çat” diye söylerler her şeyi.)

Durmadan konuşmak hiç alışkın olmadığım bir şey aslında. Konuşmamak o kadar normal geliyor ki bana, kendimi bir odaya kapatıp kaç gün hiç kimseyle, hatta kendimle bile, konuşmadan durabileceğimi gösterecek deneysel çalışmalar yapmak geliyor içimden. (Bazen insanlara garip gelebilecek bu tarz düşüncelerim olabiliyor. Bir keresinde de bir şarkıyı arka arkaya kaç kere dinleyebileceğimi merak etmiş ve sonucu elli yedi olarak bulmuştum.)

İnsanlar genelde beni konuşturabilmek için büyük çaba sarf ederler. Lisede, hazırlıktayken, “Erdem konuş artık ne olur yaa!” cümlesini söyleyen çok fazla arkadaşım oldu. (Ezgi ve Emre’ye çabaları için teşekkürler.) Liseden bu yana gelişme oldu tabii ki ama yine de istenilen seviyeye gelememiş olabilirim konuşma anlamında. (Hangi konuda istenilen seviyede olduğumu merak etmiyor değilim.) Ama samimi arkadaşlarımla birlikte olduğum zamanlarda tabii ki dut yemiş bülbül gibi durmuyorum. Böyle zamanlarda kullanabileceğim birkaç özne ve yükleme sahibim. Hatta aklıma geldiğinde araya dolaylı tümleç sıkıştırdığım bile oluyor. Telefonda en uzun süre konuşma rekorum da iki saat on beş dakika civarında ki bu süreye de yirmi üç yaşımı doldurduktan birkaç gün sonra ulaşabildim. (1987’den 2010’a kadar olan zaman diliminden bahsediyorum burada, dersem daha etkileyici olabilir bu durum. Düşünün yani 80’lerden itibaren falan.)

“Konuşsana Erdem biraz” diyen arkadaşlarıma verdiğim tepki ise genelde şu oluyor: Ne konuşayım? Tabii soruyu sorma amacım şöyle bir izlenim uyandırmak değil: Sizle ne konuşayım ki ben! Aman böö falan. Konuşurken konu bulmakta sıkıntı çektiğim için, “bulun bir şey konuşalım hep beraber” demek istiyorum o iki kelimeden oluşan soruyla. Pek konuşmayan, sakin biri gibi durunca da “amaaan ne soğuk insan!” imajı oluşturma riskin çok çok fazla oluyor ki bu da yüzüme yüzlerce kez söylenmiştir: Sen sıcakkanlı birisiymişsin aslında, öyle konuşmayınca insan şey zannediyor… Ney?

Bir insanın, çok fazla konuşup, anlamlı anlamsız bir takım cümleler kuran ve genellikle bu cümleleri asi bir tavırla söyleyip “ben farklıyım heheeyytt” imajı vermeye çalışan bir tip olacağına, sessiz kalması ve gerektiğinde konuşması çok daha süper bir şey bence. (Çok fazla konuşmama durumumu haklı çıkarmaya çalışmıyorum.) Bu kafadaki insanlar da “ama sosyallik için konuşmak falan bıdı bıdı” gibi bir savunma geliştirmiş durumdalar ve yerli yersiz her şeye karşı gelerek ya da herkesle laçka haline dönmüş bir ilişki sürdürerek sosyal olduklarını iddia ediyorlar. Gençlik hevesi işte… Ergenlik belirtisi de olabilir tabii ki, bilemedim.

Bu kadar şeyi düşünüp taşındıktan sonra, konuyu, “Neyse yaa banane milletten” diye bağladım ve telefonu cebime koyarken de saçma saçma sırıtıp “ne güzel konuştum yaa” dedim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder