21 Aralık 2011 Çarşamba

Tavan

Sessiz durma, boş boş bakınma şeklinde evrildim son günlerde. Belki çok çok uzun zamanlardan beri geçerliydi bu, ama ben yeni yeni farkına varmaya başladım bu seferkinin. Geçmiş zamanlarda da farkındalığını yaşadığım bu durum, çok da hoş bir şey değil aslında. Bazı indikatörleri oluyor bu durumun, ben de öyle anlıyorum o moda geçtiğimi. Mesela bir şarkıyı durmadan arka arkaya dinlemek gibi, hatta bitmesini bile beklemeden başa sarmak gibi. Tabii unutmadan bir de “Sen niye böyle duruyorsun?” soruları.

Durmadan aynı şarkıyı dinleyerek “Galiba kötü bir ruh hali içersindeyim” diye bir sonuca varmak da sığ gibi duruyor aslında biraz. İnsanın morali bozuk olunca daha kayda değer bir şeyler yapmak istiyor. Kendimi uçan adam Sabri gibi “Allaaaaah” diyerek yerden yere fırlatayım, sinirimden tavana zıplayıp yumruk atayım falan gibi. Tavana kadar zıplayabildiğini görünce de bununla çok kısa bir süre için de olsa gurur duyarak, psikolojinin yarattığı pis durumları unutmaya çalışmak bu gibi durumlarda işe yarayabilir belki. Daha önce hiç yapmadım ama ilkokulda, boy uzama evrelerinde falan, ciddi ciddi kıstas alınırdı en yüksek yere zıplama olayı. “En çok ben zıplayabilirim; en uzun boy, benim boyum” diyerek bu yeteneği gösterebilmek için yapılan atraksiyonlu hareketlerle pantolonunu, donunu falan yerlere düşürüp kepaze olmak gibi durumlar söz konusuydu. İlkokulda en büyük dertlerin bu tarz şeyler oluyor zaten. Birbirine salak salak bilmeceler sorup, cevabı bulamayınca da dünyanın en büyük derdini yaşamış gibi yıkılmak ya da “Bana niye söylemedin?” sorusuna “Neyi?” diye cevap verip karşılığında “Dokuz aylık hamile olduğunu” şeklinde bir cümle duyunca üzülmek ve bu saçmalığı yapan insanı kovalamak falan.

O zamanlarda bile hep çok sessizdim ben. Herhangi bir ilkokul öğrencisinin imajına uyacak şekilde “hörörö huaaa” sesleri eşliğinde oraya buraya saldırmadan tamamladım bu evreyi. O zamanlarda hayatta olumsuzluk bile olsa, bu olumsuzluğun ne kadar önemli olabileceğini kavrayamıyorsun zaten. Konuşmuyordum ama dünyanın sırrını çözmüş ve bu durumdan hiç de memnun değilmişim gibi gözükme gibi bir amacım yoktu konuşmayarak. Canım istemiyordu ve konuşmuyordum. İlkokul çağlarındayken her şey böyle net işte.
Birazcık olsun büyüyünce, hayatta bazı şeylerin değiştiğini ve bu değişimlerin seni etkilemeye başladığını görüyorsun. Büyümeye başladığını anlamanın ilk yolu buradan geçiyor sanırım. Etrafındaki insanların canını sıkan bir şey yüzünden senin de yüzün asılıyorsa; evet, etrafta dolanan minik çocuk değilsin sen artık. Yapman gereken bir şeyler var bundan sonra ve bunları kaldırabilecek kadar güçlü yetiştirmen gerekiyor kendini. Evet, hayatın başladı.

Hayat başlayınca geliyor işte “Sen niye böyle duruyorsun?” soruları. “Çünkü” ile başlayan cevaplar vermek de genellikle zor oluyor bu soru karşısında. Yani en azından ben veremiyorum. Çok fazla anlatan, paylaşan biri olmadığım için ağzımı açmak çok zor geliyor böyle anlarda. “Yorgunum yaa” diyorum, bu durumun getirdiği yorgunluğu kullanma amacıyla. Yoruyor bazen gerçekten bazı şeyler. Yaşlı insanlar der ya “Beden yorgunluğu neyse de kafa yorgunluğu zor” diye, galiba insanoğlu hiçbir konuda bundan daha fazla haklı olmadı. Belki de olmuştur, bilmiyorum, insanlık tarihini inceleyip koskoca insanlığın neyin karşısında ne zaman yıkılmaz bir haklılıkla durduğu konusunda çok derin bilgiler sunacak kalibrede değilim. Milyarlarca insan yaşamış sonuçta, kim bilir nelerin peşinde koştular zamanında. Kendi argümanlarımı da çürütüyorum böyle. İki cümle sonra fikir mi değiştirilir! Neyse…

İlkokulu, hayata adım attığını zannettiğin zamanları bir kenara bırakıp bugüne dönersek eğer, kafamda çok fazla şeyin olduğunu söylemek hiç de zor değil şu an. Bir yerlere varmayı ummakla geçiyor zaman. Dersleri geçeceksin, telefonun çalacak ve açacaksın, cevap verebileceğin mesajlar gelecek, kitap alacaksın, okuyacaksın onları, kafanda sürekli çalan şarkıyı değiştirip başka sözler mırıldanacaksın, böylece aynı şarkıyı hep aynı insana gönderme alışkanlığından kurtulacaksın, başka insanlara başka şarkılar gidecek, hep görmeyi umduğun insan belki ilahi bir güçle karşına gelecek, naz yapmayacak, o zaman rüyaların da gerçekleşebileceğine inanacaksın, gelip kurtaracak belki seni, ne olacak, bir şey olacak işte belki bundan sonra “Sen niye böylesin?” sorusuna da O’nu gördüm diye cevap vereceksin gülümseyerek, metrobüste oturacaksın, akbilin bitmeyecek, Beşiktaş hep kazanacak, tüm atomların iyonlaşma enerjisi düşecek, telefonun çalacak ve açacaksın, mesaj gelecek, kitap alacaksın, okuyacaksın onları…

Önce tavana kadar zıplayıp bir yumruk atmam lazım ama bunların hepsinin olması için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder