22 Ocak 2013 Salı

Çocuk

Zeynep’ten bir mesaj geldi bugün otururken, işte çocukluğumuza dönmekle ilgili bir şeyler yazmış. Biz dört kuzen, hep beraber büyüdük, evlerimiz çok yakındı birbirine ve bunun yanında yaşlarımız da çok yakındı, birkaç ay var aramızda. Ee hal böyle olunca çocukluk dönemini birlikte geçiriyorsun tabii. Şu an şöyle bir geriye dönüp baktığında çok saçma gelebilecek şeylerden kendimize öyle oyunlar çıkarırdık ki, o zamanlar dünyanın en keyifli insanları biz olurduk. Ninja kaplumbağa olup Shredder’a mı dalmadık, sokakta sek sek mi oynamadık, Alman kale denen ve genelde erkeklerin oynadığı oyuna Zeynep’i falan alıp kaptırmadık mı kendimizi! (Ee tabii erkekler sek sek oynayıp, lastik atlayınca, kızların da maç yapması gerekiyor bazı durumlarda ehehe)

Güzel zamanlardı. Kesinlikle. Bir kere düşünebileceğin en büyük sorun o an oynamak istemediğin oyunun yerine başka bir şey bulabilmek ve bunu diğerlerine kabul ettirebilmekti. Yemek yemekle alakalı bir sıkıntın yok zaten, börek, çörek yapılıp getiriliyor önüne. Karnını doyurunca da ver kendini oyuna. Eve gidince de ödevini yaparsın ve sana yüklenen en büyük sorumluluğu da halledersin. Ne güzel değil mi?

Ama zaman ilerledikçe ister istemez değişiyor bir şeyler hayatında ve bunu engellemek çok mümkün değil ne yazık ki. Bir kere, oyundan başka bir şeyler düşünmek durumunda kalıyorsun. “Düzgün bir okul kazanayım” düşüncesiyle başlayan ve adım “Düzgün maaş alayım, faturamı yatırayım, kredi kartı ekstresi gelmiş, bana niye böyle dedi, niye trip atıyor şimdi bana, ayrılacak mıyız, ayrılsam mı, mutlu değilim, ben bunu hak etmedim” şeklinde devam eden şeyler işte. Kendi hayatına ve yaşadığın olumsuzluklara o kadar çok odaklanıyorsun ki, bu hayatın sadece kendi etrafında döndüğü gibi bir yanılsamaya kapılıp geride kalan hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi düşünemiyorsun. Yani yaşın 30 olsa bile gidip sokakta bağırış çağırış içinde birbirini kovalayacak değilsin tabii ki ama ne bileyim hayattan tamamen soyutlanıyorsun sanki ve zaman zaman geriye dönüp “Ne güzeldi o günler ya!” diyorsun.

Şimdi burada arabesk bir biçimde “Ühü çok özledim çocukluğumu, çocukken toz pembe hayallerim vardı, gerçekleştiremedim hiçbirini, çok kötüyüm bu yüzden” falan diyecek değilim. Zaten çocukluğun apayrı bir dönem olduğunu ve hayatının hiçbir döneminde o zamanki kadar mutlu, en azından hevesli olamayacağının farkındayım. Gerçekçi olmak gerek. Büyüdükçe sıkıntıların artıyor, daha da artacak, bu kesin. Ama öyle bir zaman geliyor ki işte, o dönemlere dönmek için içinde inanılmaz bir istek duyuyorsun. Bunun pek çok sebebi var tabii, içinde bulunduğun koşullar, hayal kırıklığı yaşatan şeyler, güvenini sarsan şeyler, sana asla yıkılmayacak gibi gelen ama ummadığın bir anda yerle bir olan şeyler, hayatına giren insanlar, hayatından giden insanlar… Çok daha rahat bir şekilde uzatılabilir bu liste. Bunlar birikip karşında koca bir dağ gibi durunca, o dağın arkasında çocukluğun oluyor işte. Dağı aşıp ona ulaşmak istiyorsun ama adım attıkça dağ daha da büyüyor gözünde. Boş bir umutla tırmanırken her köşede sende iz bırakan şeyleri görüyorsun. Artık bunlara dayanamayınca da sanırım “Bir şey olmuyorsa, olmuyordur işte” deyip vazgeçiyorsun. Ya da vazgeçiriliyorsun. Çünkü bir şey olmuyorsa, olmuyordur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder