11 Ocak 2013 Cuma

İç Çekiş

Geçen gün bir arkadaşım yüzüme hayretle bakarak “Erdem, sen ne kadar olgunlaşmışsın!” dedi. Ben de içimden “Aa” diye şaşırıp, “Nasıl ya?” diye sordum. Çünkü bazen fark edemiyorsun kendinde meydana gelen değişiklikleri ya da bunlara inanman zor oluyor. “İşe falan başladın, ondan mı acaba? Bir ağırlık gelmiş üstüne” diye devam etti.

Belli bir ağırlık aslında hep vardı bende. Yani belki bunu dışarıya çok net bir şekilde yansıtamıyordum ama kendim fark edebiliyordum bunu zaman zaman. Gerçi çoğu insan da küçüklüğümden beri “Ayy ne akıllı ne uslu! Ne terbiyeli!” falan dedi bazen benim için ama yine de şebeklik yaptığım zamanlar da fazlaydı. Yani bunun yaşla da direkt alakası var tabii ki. Ergenlik dönemini yaşayan hiçbir bünyeyi çok ekstrem durumlar dışında, hiçbir şey yapmadan, idiotça oturarak görmek mümkün değil. İlla ki bir şımarıklık, bir ayarsızlık oluyor. Bunun için de yapacak bir şey yok sanırım.

Ama yaş ilerledikçe şu gerçeği iyice fark ettim ki benim kendimi anlatabilmem her zaman çok zor oldu. Ne zaman bir sıkıntım olsa onu kendi içimde çözmeye çalıştım. Ee hal böyle olunca, hak verirsiniz ki insanoğlu giderek sessizleşebiliyor. Bu sürecin de garip bir işleyişi var sanırım. Mesela önce sadece sessiz kalıyorsun, belli bir dönem sonra sessiz kalmakla beraber yüz ifaden değişiyor, bir süre daha geçtikten sonra da sessiz kalıp yüz ifadeni değiştirmekle birlikte bir de içinde bulunduğun durumu insanlara iyice hissettirmeye başlıyorsun. Gelip soruyorlar sana, “Bir sıkıntın mı var?” ya da “Keyfin yok sanki, niye?” diye ama işte kendini anlatmaktan çekinince de bu sorular cevapsız kalıyor. Ya da “Yok bir şey ya iyiyim ben” diyorsun, karşındaki insanın sana gerçekten inanmasını umarak. Tabii böyle durumlarda da iki tip insanla karşılaşmak mümkün. İlk insan “Hee iyi o zaman!” derken, ikinci tip insan “Hayır! Var bir şey! Anlat lütfen!” diyerek seni dinleyebileceğine ve yardım edebileceğine inandırıyor kendini. He gerçi ben yine anlatmıyorum, o ayrı bir konu. Ama bunun da çok sıkıntısını çektim zamanında ve hala daha çekiyorum.

Çünkü “Anlatsaydın dinlerdim, yardımcı olmaya çalışırdım sana” diyerek çekiliyor insanlar bir yerden sonra. Böyle bir durumda kimseyi yargılama gibi hakkımız da yok aslında. Kimse, kimseyi çekmek zorunda değil. Mesela yılların öğrettiği şeylerden biri de bu oldu. “Adam anlatmıyor ya ne yapabilirim artık!” diye bir karar almanın bazen tek yol olabildiğini düşünüyor insanlar. Sen de anlatmadığınla kalıp bir de üstüne böyle bir şey yaşamanın getirdiği sıkıntıyla yaşamaya başlıyorsun.

Peki bu tarz şeylerin insanın olgunlaşmasına katkısı var mı? Olgunlaşma kavramı aslında birçok etmenden beslenen bir şey. İnsanın kendi yapısına bağlı olduğu kadar, yetiştiği ortam ve çevresiyle de çok alakalı. Yaşadıklarıyla da. Hissetmek zorunda bırakıldıklarıyla da. Vurdumduymaz ve genel anlamda biraz daha rahat bir hayat yaşayan insanların, bu olgunlaşma sürecini biraz daha sıkıntılı atlattıkları ve bunu uzun bir sürece yaydıklarını görmek mümkün. Biraz daha içine kapanık insanlar daha rahat, daha erken farkına varabiliyor bazı şeylerin ve bunun da hayatlarına, yaşam tarzlarına, düşüncelerine etkileri daha hızlı gerçekleşiyor. Yani çevremden gördüğüm kadarıyla böyle. Çok da genel yargılara varmak mümkün değil gibi aslında.

Şimdi burada, “Olgunlaştım ben, mükemmel bir insanım!” diyecek falan değilim. Hayatımızda bazı şeyler var ki, onların asıl diğer insanlar tarafından görülmesi gerekiyor zaten. Zaten böyle çok olgun, süper bir birey olduğumu falan da düşünmüyorum. He belki biraz büyümüş olabilirim. Çünkü gerçekten sıkıntı çektiğim zamanlar oldu ve aslında devam ediyor hala. Yaşın küçükken etrafında gerçekleşen bazı şeylerin çok net bir şekilde farkına varamıyorsun belki ama yaşın ilerledikçe ve yaşadığın şeyler de büyüdükçe bu olaylara daha net tepkiler verip, onlardan daha çok etkileniyorsun. Bunun da “olgunlaşma” kavramının gelişmesinde çok etkisi oluyor tabii ki. Bir kere ciddi ciddi omuzlarında bir ağırlık hissetmeye başlıyorsun. Okul bitiyor, işe giriyorsun, herkesin dediği gibi hayat asıl şimdi başlıyor. Ee hayatın gerçek anlamda başlayınca da geçmişine sahip çıkman ve aynı zamanda kendi geleceğini de hazırlaman gerekiyor. Bunun kariyeri var, evliliği var, çoluk çocuğa karışma olayı var, hastalığı var, kavgası gürültüsü var, emekliliği var, geride bırakacağın insanlara bir şey sunarak çekip gitmek var. Var da var yani. Bir de şunu fark ediyorsun ki artık hayatın belli bir düzene uymak zorunda ister istemez. Okul varken, yatarsın evde, gitmezsin okuluna, son gün çalışıp sınavına kıl payı da olsa geçer gidersin. Ama bazı şeyler artık bir yerden sonra bu kadar kolay bir şekilde işlemiyor. Sorumluluk duygusu ve gelecek kaygısı “Çat!” diye dayanıyor kapına. O yüzden eskisi gibi “lay lay lom” takılamıyorum. Yani böyle bir isteğim yok, “gezip tozayım, bir akşam orada, bir akşam burada ohh” falan gibi. Zaten böyle bir isteğim olsa da bunun için bir güç bulabileceğimi de sanmıyorum. Kısır tartışmalar içine girerek “Ayy Mert şunu demiş, Melisa da çok kızmış, Aleyna da gülüp geçmiş buna!” gibi muhabbetler canımı sıkmaktan öteye gitmiyor. Zamanında kendi hayatımla ya da başkalarının hayatlarıyla da ilgili yaptım bu tarz muhabbetler ister istemez ama artık ciddi bir yorgunluk var üzerimde. Zaten bunu da belli ediyorum. İşe gidiyorum, gerekli olmadıkça konuşmuyorum, işten gelince de odama kapanıp 1-2 saat bilgisayarda salak salak, anlamsız bir şekilde vakit geçirdikten sonra yatıp uyuyorum. He annemle, babamla, kardeşimle konuşmak, dertleşmek tabii ki çok iyi geliyor ama son birkaç aydır iyice içime kapanmışım gibi hissediyorum. Mesela bir mesaj geliyor bir arkadaşımdan, eskiden olsa mesajı gönderene daha mesajın iletildiğine dair rapor gitmeden cevap yazardım ama şimdi görüyorum mesajı, koyuyorum telefona bir kenara ve bir ara aklıma gelince veriyorum cevap. Çoğu da cevapsız kalıyor aslında. Her hafta bir buluşma programı ayarlayıp, sonra buna uymamakla da nam salmış olabilirim hatta. Bir sürü sebepten ötürü denk gelmiyor işte, ne bileyim!

Ne istiyorum peki? Bunun cevabını vermek de zor geliyor aslında bana bu aralar. Belli başlı bazı şeyler hakkında ne istediğimi biliyorum ama geriye kalanlar için ya zamanında hayatım ilerledikçe çok süper şeyler yaşayacağıma inandırmışım kendimi ve şimdi bunların çok da gerçekleşmediğini görünce bir hayal kırıklığı yaşayıp bundan dolayı sorulara cevap veremiyorum ya da olur olmadık her şeyden soyutlanmak istiyorum. Bu yaşıma kadar aldığım her kararda ya da düşündüğüm her şeyde çok net oldum ama bu özelliğimi de kaybetmişim sanırım. Neyi yaparsam iyi olur, neyi yaparsam istemediğim bir şeyle karşılaşırım, çok belirgin fikirler üretemiyorum kafamda. O yüzden saçmalayıp genellikle sonu çok büyük pişmanlıklarla biten şeyler yapıyorum. Bunlar çok daha yorucu. Ama kafamdaki en net şey sanırım artık gereksiz hiçbir şey düşünmeden, hayatımda olması gerektiğine inandığım insanlarla birlikte huzurlu bir hayat geçirme isteği.

Ama zaten herkesin böyle bir isteği var değil mi? Peki bu isteği gerçekleştirmek için neler yapıyoruz? Zamanında hayalini kurduğumuz ama bazı sebeplerden ötürü yıkılıp giden şeylerin peşinden koşmak ve onları yeniden “olur” haline getirmek için çalışmak yerine, daha beter kazıyoruz üzerinde bulunduğumuz toprağı. İyice dibe vurmak için. İyice acı çekmek için. İyice karanlıkta kalmak için. Tutarsızız, ne istediğimizi bilmiyoruz çoğu zaman ve giderek daha da fazla yoruyoruz kendimizi. Yaşadığımız şeylerden de ders çıkardığımızı zannedip aptal aptal kandırıyoruz birilerini. En çok da kendimizi. Gerçek anlamda ders çıkarabilmiş olsak zaten bu kadar yorulmayacağız da. Ama bunun da farkına varamıyoruz, bir sürü şeyin farkına varmayıp hepsini es geçtiğimiz gibi.

Zaman zaman şunu düşünüyorum, “Neyi değiştirebilmek isterdim hayatımda?”. Çok fazla seçenek gelmiyor aklıma. Belki biraz umursamaz olabilirdim. Belki biraz daha kendi değerimin farkına varıp ona göre bir hayat geçirebilirdim. Ama bunları zamanında yapmadığım için şimdi söylemek çok büyük bir fayda getirmiyor ne yazık ki. Bunlar gerçekleşmediği için de zaman ilerledikçe insanlara karşı daha tahammülsüz olduğumu fark ediyorum. Eskiden olsa gülüp geçebileceğim şeyleri, artık kesin bir dille reddediyorum ve tepkimi koyuyorum. Bunun zararlarını da gördüm, faydalarını da. Aklına uymayan bazı şeylere tepkini koyunca karakterini tam olarak yansıtıyorsun ve bu da senin gerçek bir birey olma yolunda ciddi adımlar atmanı sağlıyor ama bazen de bu durum, aklına daha önce hiç gelmemiş şeyleri ve asla yaşanmayacağına dair yıkılmaz inançlarının olduğu olayları yaşatıyor sana. Sonra yine hayal kırıklıkları ve yorgunluklar…

Bu yaşadığım, hissettiğim şeylere ve bunların dışarıya olan yansımalarına “olgunluk” denebilir mi, bilmiyorum aslında tam olarak. Bildiğim çok da fazla bir şey yok ama bildiğim şeylere bildiğim kadarıyla sahip çıkmaya çalışmak da bundan sonrası için yapmaya çalışacağım şey olacak sanırım. İstediğim şeyler gerçekleşir mi, emin değilim. Hepsi direkt olarak bana bağlı değil sonuçta. Onların da gözlerinin ya da moda tabirlerden biriyle çakralarının açılıp enerjilerinin falan saçılması lazım sanırım. Bir şeyler gerçekleşene kadar da çelişki içinde yaşayıp umut etmek de yapılacaklardan birisi. Bertolt Brecht ne güzel demiş zaten: Umut çelişkilerdedir.

Bir iç dökme yazısı oldu bu yazı. Birisinin karşısına geçip söyleyemezdim bunları belki ama her zaman yaptığım gibi bilgisayarın karşısına geçip bunları yazmak daha kolay geliyor bana. En azından yazı yazarken iç çektiğini kimse görmüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder