18 Ocak 2013 Cuma

Kokla Beni

Yaşlı kokusu diye bir şey var. Hepimiz farkındayız bunun değil mi? Artık ne oluyorsa, insanlar belli bir yaştan sonra belli bir şekilde kokmaya başlıyorlar. Ya vücudumuz artık güzel güzel kokmaktan vazgeçip garip enzimlerle kendince bir şeyler yapmaya çalışıyor ya da insanlar belli bir yaşa geldikten sonra “Amaaan ne uğraşıcam ya” mantığıyla kendilerine bakmaktan vazgeçiyor.

Ben kendimden biliyorum, mesela iki haftadır kendimi berbere gitmeye razı etmeye çalışıyorum, çünkü saçlarım uzayınca gerçekten ucube gibi oluyorum ama artık nasıl soğuduysam hayattan “Kalsın ya böyle zaten bir getirisi olmadı kısa saçın bana bugüne kadar, bir de yorgunum, hem kestirsem ne olacak ki! Kim dönüp bakar bana! Anca aynada kendimi izlerim!” diye düşünüp vazgeçiyorum. Zaten bir de surat orantısız olup, kocaman gözler ve küçücük bir ağız, saçlar da arkadan dalgalı, önden tanımlanamayan bir şekil alınca iyice çirkinleşiyorum. Bir de berberden dönünce milletin “Ulan zaten iki tel saçın var, onları da kestirmişsin, tam olmuş!” gibi tepkileriyle iyice iğreniyorsun kendinden. Hele bir de şöyle bir şey düşünün, birkaç kişiden oluşan bir ortama giriyorsun, iş arkadaşların falan, iş yerindesin, saçlarını yeni kestirmişsin, kendini iyi göründüğüne inandırıyorsun, oradaki insanlar da “Aa iyi olmuş böyle ya valla yakışıklı olmuşsun” falan deyince iyice gaza geliyorsun, sonra kız arkadaşın sana dönüp diyor ki: Çok kötü olmuş. Bakamıyorum yüzüne. Hee aferin! Bakma! Yani bir bakıma da haklıyız belki, kendine baksan ne olacak, sonuçta eve gidince seni bir Kadriye ya da Necmi bekliyor. Bir insan neden Necmi gibi birisine güzel kokmak ya da iyi görünmek istesin ki!

Sabah minibüse bindim. Minibüs yaklaşırken bayağı boş koltuk olduğunu görünce sevindim hatta, “İyi lan adam gibi oturup giderim bari ohh!” falan diye, hatta kapılar açılınca da önce ben atladım dana gibi, maksat yerler dolmasın. Şoföre parayı verdim, arkamı bir döndüm, boş yer kalmamış. Ulan önce otur, sonra paranı uzat işte milletin yaptığı gibi! Ama yok olmaz! Ben paramı vereyim de isterse şoför beni tavana bağlasın. Çünkü yolda giderken şoför şöyle bir kesiyor ya minibüsü “Evet ücretleri gönderelim” diyerek, ben manyakça bir paranoyaya kapılıyorum o zaman, “Bana mı diyo lan! Ee verdim ben!” diye. O yüzden başım gözüm sağken minibüs ücretinin oluşturduğu iç sıkıntısından kurtulmak istiyorum. Neyse, baktım yer yok, ayakta durmak için güzel bir yer seçmeye çalıştım. Minibüste yer seçmek çok önemli çünkü. Aptal gibi en önde durursan, bir zaman sonra muavin oluyorsun para uzatıp, para üstünü geri göndermekten. Bir de garip insanlar çıkıyor arada, gelip sana soruyorlar, “Ben 2 lira gönderdim, para üstü gelmedi, niye?” diye. Ücret tarifesi miyim ben! Ne bileyim niye gelmedi! Sonra yolcuyla şoför arasında köprü oluyorsun şöyle:

Erdem: Abi 2 lira vermiş abla, para üstü gelmemiş
Şoför: Nereye gidecekmiş?
Erdem: Abla nereye gideceksin?
Yolcu: Beykent’e gidicem
Erdem: Beykent’e gidecekmiş abi.
Şoför: Bize öyle bir para gelmedi.
Erdem: Abla öyle bir para gelmemiş.
Yolcu: Nasıl gelmedi ya!
Erdem: Abi nasıl gelmemiş!
Şoför: Bilemem
Erdem: Bilmiyormuş.
Yolcu: Bileceksin. Şoförsen bileceksin.
Erdem: Abi bilmek zorundaymışsın.

Heh işte böyle anlamsız konuşmalara katılmamak için güzel bir yere sotelendim. Bir zaman sonra bir adet teyze bindi minibüse. Parayı uzattı falan, sonra başka yer yokmuş gibi yanıma gelip önce sol tarafımdaki demiri, sonra da sağ tarafımdaki demiri tutarak etrafımda garip bir kafes sistemi oluşturdu. Sonradan anladım ki zaten tek başına binmemiş, bir de yanında bildiğin ayrı bir vücut oluşturan bir koku da varmış. Hani zorlasan kokuyu burnunla hissetmeyi bırak, gözlerinle bile görürsün. O derece. Garip bir aura var kadının etrafında ama tanımlayamıyorsun da nasıl bir şey olduğunu. Dışarıda satılan herhangi bir parfümü sıkmış olamaz, çünkü böyle bir parfümü üreten bir firmanın çoktan batıp artık üretim yapamıyor olması gerekir. Yemek ya da yağ kokusu falan da değil, hani öyle olsa “Yazık lan sabah yemek yapıp mı çıktı ne yaptı akşama çocuklar gelecek, eşi gelecek tabii” diye düşünüp yine saygı duymaya çalışırım. Ama yok yani, tanımlayamıyorum kokuyu. Bir de kimyager olmanın getirdiği avantajlardan dolayı, kokulara daha hassas bir burnum var artık. Yani etraftaki kokuları duyup “Aha sülfür kokuyor; amonyak bu ya; ester bu ester kokudan belli; m-pyrol abi bu, kesin yani; amonyum boran işte abi, başka ne olabilir ki!” gibi cümleler kuruyorum. Hatta geçen gün suya bile bir koku uydurmaya çalıştım, “Su koksa, böyle kokar bence” diye. Ama teyze bambaşka bir şey ya! Kafanızda koku ile ilgili herhangi bir şey oluşmasına izin vermiyor kesinlikle. “Kokumu duyun ama ne olduğunu anlamayın” diyor. “Kokudan başınız dönsün ama yine de kafanızda en küçük bir fikir oluşmasın ne olduğuna dair” diye kafa tutuyor size. Ciddi bir baş dönmesi nasıl olur, yaşadım onu. Bir de bir yerden sonra burnun kokuya alışıyor ama şoför kapıyı açıp temiz hava dolduruyor içeri, sonra o koku yeniden varlığını hissettirmeye başlıyor. “Buranın tek hakimi benim!” diyor, “Bırakın oksijeni, beni teneffüs edin!” diyor. Azıcık kıpırdanmaya çalıştım, etrafımdaki teyzeden oluşan duvarı yıkmaya çalıştım falan ama bu kez de kokuyu farklı açılardan duymaya başladım. Ulan hacı yağı falan değil, garip kokulu kremlerden de değil, ne bu! Bir ara düşündüm, “Acaba” dedim, “Teyzenin annesi küçükken bir mont aldı da ‘Seneye de giyersin’ dedi ama o kadar büyük almış ki 50 yıldır falan mı giyiyor?”. Yani kıyafet mi eski? Ama yok. O da yeni gibi duruyor. “Herhalde” dedim, “Bu teyzenin özel bir salgısı, artık kadın vücuduna nasıl kötü davrandıysa, vücut da golgi cisimciklerinin böyle bir salgı oluşturması sağlayıp, kadından intikam alıyor”. Yaşlı kokusu bu sanırım! Peki bir insan bu kadar mı vazgeçer hayattan, duş almayacak kadar! Ulan duş almak 15 dakika ama minibüste insanların hayatından 25 sene çalıyorsun! Kendi hayatından 15 dakika kaybetmek istemiyorsun ama beni anında 50 yaşıma getiriyorsun! Reva mı bu bana! Bayılıp kalsan, hastaneye götürseler, millet inanmaz da “Kokudan bayılmışım, ne olduğunu hatırlamıyorum” diye. İlgi toplamak için yapıyorsun zannederler.

Baktım kadının inmeye niyeti yok, şoföre dönüp “Dur abi, inicem” dedim. Yani tabii inmeye gücüm kaldıysa ineceğim. Çünkü bastığım yeri görmüyorum artık. Koku o kadar ağır ki, bütün duyu almaçlarım burnumda toplandı, ne ses duyuyorum, ne bir şey görüyorum. Kendimi imdat çekicini kullanmaya bu kadar yakın hissetmemiştim hiç. Adam kapıyı açıp da temiz hava içeri dolunca, kadından yayılan koku, temiz havayı öyle bir basınçla itti ki dışarı, ben de fırladım kapıdan. Sapanla attılar sanki beni. İndikten sonra koşmaya başladım. Ama nasıl koşuyorum! Koku moleküllerinin beni takip ettiğini düşünerek nasıl koşuyorum! Duramıyorum! Karşıma birisinin çıkmasını umarak koşuyorum! Kucağına atlayıp, “Kurtar beni bu hayattan!” deme hayaliyle koşuyorum! Peşimdeler, geliyorlar, kurtar beni! N’olur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder