29 Ocak 2013 Salı

26

“Aslında uzun hikâye ama sana değmez. Kısa kesmek gerekli, yalanına değmez” diye başlıyor şarkı kulağımda. Binlerce kez uyanıp kendimi tekrar uyumaya zorladığım gece bitti ve her sabah olduğu gibi yollara düştüm işe gitmek için. Hikaye hep aynı, monoton bir yaşam işte. Bunun için de yapılabilecek pek fazla bir şey yok. Kafanda binlerce düşünce ve önünde uzayan yol. Garip bir devinim halindeler ve onlara ayak uyduruyorsun.

Elimizde olan şeylerin miktarının artması güzel bir şey gibi gelir hepimize. Mesela para. Ya da umut. Mutluluk. Ama bazı şeylerin adedi arttıkça, aslında kötü şeylerle karşılaşabileceğini de fark ediyorsun. Düşünce bunlardan biri. Çok fazla düşündükçe gittikçe çöküyorsun gibi geliyor bana. Kafanda üzerinde düşünülmesi gereken ne kadar çok şey varsa, o kadar da kapatıyorsun kendini hayata. En kötüsü de düşünerek çözebileceğini sandığın şeyleri, düşündükçe düğümlemek. Düşünceleri hayata geçiremedikten sonra “Şunu şöyle yapsam, bu böyle olsa” demek, aptalca bir avuntudan başka bir şey değil ne yazık ki.

Peki, ne düşünüyorum bu kadar? Zamanında “Şunu şöyle yaparım, bu böyle olur” diye düşündüğüm ama şimdi hayatıma baktığımda, aslında çoğunu gerçekleştiremediğim ya da çoğu gerçekleşmeyen şeyleri düşünüyorum. Umut dolu başlıyorsun hayata. Daha 3-5 yaşındayken sana sorulan büyüyünce ne olacağın sorusuna inanarak cevap vermenden belli zaten gelecek adına çok büyük umutlar beslediğin. “Bilmiyorum” cevabı veremezsin mesela bu soruya. Etrafındakiler hoş bakmazlar sana o zaman. Çünkü bir şeylerin farkında olmanı istiyor herkes, önüne hedefler koymanı ve bunlara ulaşabilmen için de her yolu denemen gerektiğini söylüyorlar. Ne kadarını gerçekleştirebiliyoruz bunların? Cevap muamma.

Bir de kendi kendimize düşünüp hedeflediğimiz şeyler var. Bunları etraftan da duyuyoruz ama önce kendi kendimizi ikna ediyoruz bunların gerçekleşmesi gerektiği hakkında. Düzgün bir eğitim hayatı, düzgün bir iş, düzgün bir evlilik, çok yakışıklı veya çok güzel bir çocuk sahibi olma, hayatın boyunca maddi ve manevi hiçbir sıkıntı çekmeme gibi şeyler işte. İyi bir üniversitede okudum, çalıştığım bir işim de var çok şükür. Uzaktan bakıldığında bazı insanlara yetebilecek kadar sahibim belki bir şeylere ama içimde hep bir eksiklik duygusu var. Bazı şeylere uzaktan bakmanın ne demek olduğunu öğrendim diyebilirim aslında. Onlar olmasa da olur. Ama bunların dışında kalanlar hayatında olmadan rahat hissedemiyorsun sanki. Ergenlikteyken her şeyin süper olacağına kendini inandırıyorsun ama yaşın ilerledikçe kafandaki her şeye sahip olmayacağını fark ediyorsun ya, aslında hayatın o zaman başlıyor. Maddi ve manevi her şeyi düşünebiliriz burada. “Bir arabam olsun istedim ama olmadı” da diyebiliriz, “Çok güzel bir sevgilim olsun isterdim, olmadı” da. Maddi şeyleri belki bir gün bir yerlerde elde edebilmek mümkün ama insana manevi doygunluk yaşatacak şeylerle karşılaşmak çok da planlanacak bir şey değil. Tam “Evet, oldu bu kez” diyorsun ama ne olduğunu anlamadan bir sürü insan girip çıkıyor hayatına. Bazısı üzerine yapışan ufacık bir tüy gibi, bir fiskeyle uzaklaştırabiliyorsun ama kimi kazınıyor sanki bir yerlerine, atıp kurtulmak çok kolay olmuyor. Terk ediliyorsun, acı çekiyorsun ve çektiriyorsun, belki bazen gülüp geçiyorsun ama en sonunda hissettiğin hep bir yoksunluk duygusu oluyor. Sonra hep bunları düşünüyorsun ve birkaç düğüm daha atıyorsun her şeyin üzerine.

Şimdi bu konularda çok masummuşum gibi görünmek istemem. Ben de çok fazla kişiyi kırdım, ağlattım. Karşısına geçip ağladığım insan oldu, evet ama telefonun diğer ucunda yalvaran sesleri hiç umursamadığım da oldu. Sen acı çekerken “Ya beni nasıl istemez! Nasıl!” diye dövünüp duruyorsun ama senle konuşmaya çalışan insan da aynı şeyi düşünüyor senin hakkında. Sanırım burada asıl fark etmemiz gereken şey şu üzülmeyi bırakabilmek için: Sensiz yapabilen, zaten sensizdir. Birini seveceğiz tabii ki ama buna cidden değmesi gerekiyor o insanın. Günün birinde “Ayh ben sıkıldım ya” diyerek gidebilecek değersizlikteki insanları hayatımıza almamamız gerekiyor ki kafamızda binlerce düşünce oluşup bizi iyice yormasın. Çünkü bazen olgunluk kaçmayı değil, mücadele etmeyi gerektiriyor. Ama ne yazık ki çoğumuz bunun farkında değiliz. Söylediklerimizi anlamıyor insanlar, şekle bakıyorlar, kelimelerin arasında garip anlamlar arıyorlar. Hassasiyet duyduğumuz şeyler küçümseniyor, eksikliklerimizle dalga geçiliyor, iyi yanlarımız ise görülmüyor ya da görülmek istenmiyor. Değer vermek de sözle belirtilecek bir şey değil, bunu da fark etmemiz gerekiyor sanırım. “Sen benim için çok önemlisin” lafını duymak artık benim için hiçbir şey ifade etmiyor mesela. Ben de hiçbir şey yapmadığım insanlar için bu lafı kullanmıyorum artık. Çünkü, “Sen hayatımdaki en önemli insansın” diyen kişilerin bu sözlerinde samimiyet hissetmediklerini görmek kadar yaralayıcı bir şey yok. Ben de yapmışımdır zamanında belki bunu. Ama artık yapmamalıyım.

Geçen gün şirket sahibimiz yanına çağırdı beni. Gittim odasına. “Erdem, sana bir şey diyeceğim, bunu hayatın boyunca sakın aklından çıkarma” diye başladı söze. Hayatımdaki en küçük insandan en büyüğüne kadar hepsinden bir şeyler öğreneceğime inanıyorum. O yüzden herkesin söylediği şey, benim için önemli. “Aile terbiyesi, karakter, eğitim düzeyi olarak çok çok iyi bir insansın ama şunu unutma, hayatındaki insanlar sadece kendi çıkarları için senin yanında olur. Hep senin yanında olan, yüzüne gülen insanlar, istedikleri olmadığı zaman, arkalarını döner. Bu dediğimi hayatın boyunca aklında tut ve az önce saydığım sahip olduğun o değerlerin kıymetini bilip yaşamını ona göre sürdür” diye tamamladı sözlerini. Onlarca kişi ve durum geldi aklıma bu sözleri duyunca. Beyin çok ilginç bir organ, ufacık bir zaman diliminde milyonlarca şey düşünebiliyor. “Haklısınız” dedim patronuma. Haklıydı.

Çok fazla düşünce var kafamda bu aralar. “Doluya koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor” sözünün canlı bir örneğiyim. İsteyip yapamadıklarım, benim elimde olmayan şeyler, aklımda olup yanımda olmayanlar falan ne bileyim, dolduruyor işte kafanı. Çok karışık bir yazı oldu, farkındayım ama sanki minibüse yolcuların inip binmesi gibi benim de kafama bir o düşünce geliyor, onu kovuyorum, bu sefer başkası geliyor. Bulutsuzluk Özlemi’nin “Sözlerimi Geri Alamam” şarkısında bir söz geçer ya “Bir umuttu yaşatan insanı…” diye, o geldi şimdi aklıma. Kafandaki sayısız düşüncenin yanına biraz umut sıkıştırınca her şey düzelecek gibi geliyor işte. Ne zaman bilmiyorsun ama düzelecek. Belki o zaman aslında bu hayatın çok güzel olduğunu, kimsenin uğrunda ölmeye ya da yaşamaya değer olmadığını, kendi bencillikleriyle savrulup giden insanların yanında aslında kendi benliğimize sahip olmamız gerektiğini fark ederim. O zaman da geride bıraktığım herkese, her düşünceye şöyle bir dönüp, aslında yaşattıklarından çok uzun hikâyeler çıkarılabileceğini ama bunlara değmeyeceklerini anlatır ve kısa keserek kulağımdaki şarkının biterken dediği gibi seslenirim: Affetme, affetme beni!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder