25 Nisan 2013 Perşembe

Kokusuz

Zaman zaman dünyaya sırf zarar ziyan vermek için doğmuşum diye düşünüyorum. Kış uykusuna yatmış olma ihtimali olan kaplumbağayı “Anaaa ölmüş bu!” diyerek toprak ananın ellerine bıraktıktan sonra, kendime çeki düzen veririm diye düşünmüştüm ama bu konuda istenilen başarı seviyesine ulaşamadım henüz. Milli servet düşmanı ya da doğal hayatı, habitatı kurutmak için yemin etmiş bir birey gibi yaşıyorum resmen hayatımı.

2 hafta önce aldığım oda parfümünün, değil odaya kendisine bile faydası olmadığını fark edince çöpe attım. “Koskoca adamın oda parfümüyle ne işi olur! Manyak mısın nesin!” şeklindeki hayret ve benim hakkımda olumsuz düşünceler içeren sorulara cevap vermeyeceğim burada. Sadece “Odama bahar esintileri getirsin, madem havalar da düzeldi, tam olarak bir bahar ortamı yapayım, dışarıdan gelen çam ağacı kokusuna mango kokusu da ekledik mi tropik bir adada emekliliğin keyfini çıkarıyormuş gibi olurum, hayat güzel yeaa! Zaten bence hayatı kendimiz güzelleştirmeliyiz, biz bir şey yapmadıktan sonra hayat bize ne sunabilir ki!” diye düşünüp garip bir gazla almıştım onu. Bir parfüm için bu kadar çok şey düşünüp sanki hayatımı onun üzerine kurmuş gibi davranmamı yadırgayabilirsiniz sevgili dostlarım ama insan yanında “Heh işte! Tam aradığım insan! Aynı ben!” diyebileceği biri şimdilik olmayınca böyle çiçeğe, ota, böceğe veriyor sanırım kendini.

Marketten gelip odama ilk koyduğum zaman, kafamda kurguladığım plana harfiyen uymama yardım edeceği için kendisine garip bir sevgi duymaya başlamıştım. Artık bundan sonra eve gelen herkes, büyülenmiş gibi olacak, tıpkı çizgi filmlerdeki gibi ayakları yerden kesilerek benim odama doğru uçmaya başlayacaklardı. Komik bir görüntü de olacaktı tabii bu. Ben de bu görüntüyü, mis kokulu odamda elimdeki meyve kokteylini içerken seyredecek ve çok önemli işler başarıyormuşum gibi hafif bir gurur ifadesi taşıyarak gülecektim. İnsan boş kalınca, o an çok mükemmel gibi görünen ama aslında adam gibi düşününce, “anlamsız” kelimesinin sözlükteki tanımına yeni açılımlar getirebilecek şeyler yapabiliyor.

1-2 gün iyi anlaştık kendisiyle. Hafif bir koku duyuyor gibiydim. Evet ya, vardı bir şeyler. Ama sanki bu koku tropik esintilerin kokusu değil, duyu almaçlarımın kendi kendilerine yarattığı zerreciklerin etrafa yaydığı şeyler gibiydi. Çünkü o an ne istiyorlarsa öyle bir koku hissediyorlarmış gibiydi hepsi. Placebo etkisi bu olsa gerek. Parfümü oraya koydum diye kendi kendine koku hissedip kendini iyi hisseden bir vücut. Kandırılmaya müsait bir insandım sanırım.

Bir zaman sonra etrafı güzel kokutsun diye aldığım bu varlığın hiçbir vaatte bulunmaması ve bunu da benim kaldıramamam üzerine, şişenin üzerine kendi parfümümden sıkıp sanki o koku oda parfümünden geliyormuş gibi düşünme yolunu seçtim. Kandırılmam kolay, fakat bunu kabullenmem zordu. Bir güzel kandırıldıktan sonra, kimse mongolluğumu anlamasın diye türlü dalavereler içerisine giriyor, her şeyi düzelttiğim zannederek, bu sefer de bizzat kendi tarafımdan kandırılıyordum. Garip bir varlıktım.

Artık her akşam eve gelince tip tip bakabileceğim bir düşman kazanmıştım. Odamın kapısını her açtığımda mango kokusu yerine, bildiğin sade bir atmosferle karşılaşmak beni yormuş ve bu yorgunluğun hırsını gözlerimi diktiğim parfüm şişesinden çıkarmaya başlamıştım. Düşmanımı iyice tanımak ve ondan emin olmak için, İrem’i yanıma çağırdım ve “Canım kardeşim nasılsın? Sence bu şey kokuyor mu?” diye sordum. “Kokmuyor” deme ihtimaline karşılık da kokmayan şeyi satın alacak kadar salak olduğum meydana çıkmasın diye “Burnum mu tıkalı acaba benim? Hasta mı oluyorum yoksa?” şeklinde cümleler kurarak, kardeşimin bana acımasını istedim. “Kokmuyor” dedi. “Kokmayan şey almışsın”.

Tabii bu laftan ve İrem’in suratındaki bana hafif acıyan ama bir yandan da dalga geçmeden de duramayan yüz ifadesinden sonra, kendisine kibarca teşekkür edip, şişeyi çöpe uzayladım. Uzaylamak, vücudundaki bütün ATP moleküllerini toplayıp ADP seviyesine indirecek kadar enerji sarf etmek demek bana göre. Gücümün yettiği yere kadar fırlattım şişeyi. Çöp kovası çok derin olmadığı için belli bir yere kadar gidebildi tabii ama olsun, önünde yol olsaydı daha da giderdi. Rahatlamıştım.
Artık can düşmanımdan kurtulmuş, bunu kutlamak için de kendime Kinder Surprise almak için markete gitmiştim. Kinder’in içinden çıkacak oyuncağı parfümden boşalan yere koyacaktım. Garip bir intikam hırsıyla dolmuştum. Benim intikamdan anladığım şey anca bu seviyelerde olabiliyor zaten.

Hani birbirleriyle kavga eden komşular, yine de birbirlerini dikizlemekten geri kalmazlar ve bir diğerinin hayatı hakkında bilgi sahibi olmak isterler ya, ben de markette temizlik ürünlerinin olduğu reyona gidip parfümlere bir göz gezdirdim, kendilerine pis pis baktım. O sırada benim hayatımdan çıkardığım parfümün kardeşini bir teyze elinde tutuyor ve onu koklamaya çalışıyordu. Acı acı gülüp, “Boşuna uğraşıyorsun teyzeciğim, hep Amerika’nın oyunları bunlar” falan dedim içimden. O sırada teyze, yanındaki bir boy küçük teyzeye dönerek “Kız niye kokmuyor bu?” diye sordu. Demek ki insanlıktan umudumu hala kesmemeliydim, insanlar hala bazı gerçeklerin farkına bir an önce varabiliyorlardı. Benim kafam az çalışıyor olabilirdi, fakat zekâsı gayet yerinde olan insanlar vardı. Küçük boy teyze, “Ee kapağı var onun, onu açınca kokar” deyince, benim kafamın hiç çalışmadığını ama diğer insanların ciddi ciddi zeki olduklarını fark ettim. “Aa doğru lan!” dedim sadece.

Marketten çıkıp uzaklara baktım. Bir gün doğru düzgün yaşamayı öğrenecektim. Hemen gaza gelmeyip olayları derinlemesine düşünecek, iyice ölçüp tartacaktım. Sonra dedim ki kendi kendime: “Ulan kapağı açık olsa zaten bütün market kokar, parfüm de hemen biter, demek ki ondan kapağı kapalı satıyorlar, senin alınca açman gerekiyor”

Yemin ederim aydınlanmaya başlamıştım. Bin yıllık gerçekleri yeni yeni fark etmeye başlamıştım ama düzelecektim sonunda. Demek ki hala bir umut vardı. Zarar ziyan vermeyi bırakıp, ulusuma faydalı bir birey olacaktım. Bunun farkına varınca mutlu oldum ve anlamsız bir sevinçle elimdeki Kinder çöpüne tekme atarak onu uzayladım.

1 yorum:

  1. Gerçekten sanatsal bir yazı biçimidir bu. Beyni yetmeyenler algısal sorunu olanlar eleştiri yapabilir fakat bence oldukça başarılı aynı tarz yazıyoruz. Okuyunca mutlu oldum...

    YanıtlaSil