13 Kasım 2011 Pazar

"Boşver"

Deli gibi olmasa da çok da sevimli bir şekilde yağmayan yağmurda ıslanmamak için otobüs beklediğim durağın arkasındaki büfenin tentesinin altına saklanıyorum. Aslında ıslanmaktan garip bir şekilde mutluluk duysam da bugün ıslanmama seçeneğini seçmemi, “Demek ki alışılmadık bir gün beni bekliyor” gibi bir cümle de kurarak umut dolu bir yaşama atılan ilk adım olarak görmek istiyorum.

Otobüsün gelmesini bekliyorken yanımda büfe sahibi amca peydah oluyor. Küçük de olsa bir işletme sahibi olmanın verdiği güvenle mağrur bir şekilde gülümsüyor. Bu gülümsemeyle birlikte, içimdeki “Yörü lan kaybol burdan!” cümlesi eşliğindeki kovulma korkumu atıyor bir anda. İstemsizce gülümsüyorum ben de. Bu halimizi görenler bizi kar ortağı sanıp satışlardan memnun olduğumuzu gösteren bir yüz ifadesiyle birbirimize sevimlilik yapıyormuşuz zannedebilir. Halbuki büfenin satışıyla aramdaki tek münasebet arada bir oradan kola ya da Coco Star almama dayanıyor. Ufacık bir Coco Star’ın da insanlar arasındaki ilişkiyi bu denli kuvvetlendirmesi bende çok büyük bir hayret uyandırıyor. Hatta bu duruma o kadar hayret etmişim ki önümden geçen arabanın camındaki yansımamı gördüğümde utanıyorum kendimden. Sonuçta, gözleri yuvalarından fırlayacak kadar açılmış ve ağzı “Aaaa” efekti veriyormuş gibi bir şekle girip öylece kalakalmış bir insan ortama çok güzel malzeme olur ve hiç tanımadığım insanların durup dururken benle dalga geçmesini şu an için kaldırabilecek bir psikolojik durumda değilim.

Gayet saçma olan duruşumu düzeltme kararı almış ve biraz da olsa insan gibi bekleme konusunda kendimi razı etmişken “Ne yağıyor be rahmet!” gibi bir cümle duyuyorum. Büfeci amca benle muhabbete girebilmek için böyle bir cümle kurmayı tercih etti. Fakat ben, tıpkı bir aymaz gibi, adamın bütün çabasını hiçe sayarak, kuru bir “Evet” ile geçiştiriyorum bu durumu. Çok da konuşma modunda olmadığımı, konuşmak istesem bile yağmur hakkında ne kadar konuşabileceğimi tam olarak kestiremediğimi anlasın diye biraz tersler gibi bir cevap vermiş olabilirim fakat amca oralı olmuyor ve “Ohh mis gibi toprak koktu” gibi bir cümle daha kuruyor. “Ya aslında o koku toprağın kokusu değil, bakteri falan onlardan kaynaklanıyor o koku” diyecek olsam da, adamın vatan hasreti çeken bir film kahramanı gibi sol elini gözlerine siper ederek ileriye bakması ve aynı anda dünya üzerinde ne kadar oksijen varsa hepsini içine çekmek istiyormuş gibi burnunu havaya kaldırması gibi bir sahneyle karşılaşınca tüm bilimsellikten uzaklaşıp duygularıma teslim oluyorum. Bu sahne biraz daha devam ederse hıçkıra hıçkıra ağlayacağım fakat gözyaşlarıma büfeye giren bir müşteri engel oluyor ve büfeci amca gelen para kaynağını fark edince tüm duygusallığından sıyrılıp adeta bir hazine avcısı gibi ceketini toplayarak koşa koşa büfeye giriyor yüzündeki “Ehe ehe” ifadesiyle. Duygu yumağının altından bir canavar çıkıyor sanki. Bu hayal kırıklığıyla nasıl baş edeceğimi düşünürken elinde çay bardaklarıyla ve bir adet sandalye ile sevimli bir insan fırlıyor büfenin içinden. Az önce müşterinin arkasından uçarak büfeye giren amca, içerde nasıl olduysa boyut değiştirmiş gibi. Duygusal gel gitleri olan bir insan gibi görünüyor. “Gel otur, bir sıcak çayımı iç” diyor sandalyeyi yanıma koyarken. Ortaya bir de tavla çıkarsa hiç yadırgamayacakmışım gibi bir ortam oluşturuyor. İstemsizce kendimi oturur pozisyonda buluyorum. Babacan işverenin yanında çalışan minik bir çırak gibiyim; bir sipariş gelse koluma sepeti takıp karşımızdaki siteye dalacakmışım gibi hissediyorum. Her gün umarsızca önünden geçtiğim büfe, bende inanılmaz değişiklikler yaratıyor. Gerçekten alışılmadık bir gün yaşıyorum.

Amca ile karşılıklı olarak çaylarımızı yudumlarken, hayatın zorluğundan, devletin halinden bahsediyoruz. Amcanın bulduğu çözümler, her gün forumlarda okuduklarımızdan farklı değil. Amcanın iflah olmaz bir internet kullanıcısı olduğundan şüpheleniyor ve Facebook’ta beni arkadaş olarak eklemesinden çekiniyorum. Facebook Chat’te mahallenin büfecisiyle geç saatlere kadar takılma ihtimali garip bir korku yaratıyor bende. “Bak şu şarkı muazzam güzel” falan diyerek 1-2 link atsa bana hayatımı sorgulama aşamasına gelirim. Bir durup düşünürüm “Ne yapıyorum lan ben!” diye. Milletin konuşma pencerelerinin üzerinde ne bileyim bir Hande, bir Ezgi, bir Derya yazarken benim önümde Büfeci Nuri diye bir pencere açık olsa bir burulurum. O yüzden, işler bu boyuta gelmeden, bu ortamdan sıyrılmanın bir yolunu bulmalıyım. Fakat bana bu konuda yardımcı edebilecek bir otobüs şoförü gözükmüyor ortalıkta, oysa ki bir otobüs şoförüne hiç bu kadar özlem duymamıştım. “Otobüs gelmedikçe özel hayatıma balıklama dalınacak bir ortam oluşacak, bunun da farkındayım” diye düşünürken en bomba soru geliyor: Evli misin bekar mı? Var mı birileri? “Öğrenciyim ben” diye bir cevap veriyorum soruya. Soruyla cevap arasındaki bağlantısızlık çok da umrumda değil.

Amca da arada bir bağlantı kurmaya çalışıyor ki herhalde, bir süre sessiz kalıyor. Otobüs gözüküyor köşeden, ben kalkarken, amca da kafasını kaldırıyor yerden, “Boşver, boşver” diyor bana. Neyi boşvermem gerektiğini düşünürken, otobüse biniyorum. Amca da çay bardaklarımızı ortada bırakıp yeni müşterisinin peşinden koşa koşa büfeye giriyor yüzündeki sırıtık ifadeyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder