5 Kasım 2011 Cumartesi

İnsan Gibi Yaz!

“Sen niye yazmıyorsun?” diye soruyorum tahtaya bakan öğrenciye. Tepki vermiyor. “Çok mu iğrenç yazıyorum yoksa konuyu mu biliyorsun?” diye ikinci bir soru soruyorum. “İkisi de” diyor bu kez. Bu kadar net bir cevap beklemediğim için kısa süreli hafızamda ciddi sorunlar yaşıyorum. Ben “İlki neydi ya?” diye sayıklarken, diğer öğrencilerden biri “Çok mu iğrenç yazıyorum diye sormuştunuz hocam” diyor. Rencide oluyorum.

Yazıyla aram hiç iyi olmadı benim. Okula başlamadan önce elime geçirdiğim defterlere bir şeyler karalarken (Bir şeyler dediğim de Ninja Kaplumbağalar, Leonardo, Erdem falan) hep yamuk yumuk yazıyordum. Ama bu durum tolere edilebilirdi belki, çünkü daha okul yüzü görmemiştim. İnsan gibi yazma umuduyla başladığım birinci sınıfın daha ilk gününde, doğru düzgün bir çizgi bile çizemediğimi görünce sükut-u hayale uğramış ama bir yandan da “Yazdığımı sadece ben okuyabilirim, böylece aklıma ne esse yazarım, hiç de sıkıntı olmaz” diye çocuk aklıyla saçma fikirler ortaya koymuştum. Tabii gel zaman git zaman harfleri öğrenip, onları birleştirerek kelime falan oluşturmaya başladım ama tek harfi bile düzgün yazamazken, bir araya gelmiş birkaç tane harf rezillikten başka bir şey koyamıyor ortaya. Öğretmenimin şu an sayısını hatırlayamadığım kadar yanıma gelip, bana düzgün yazı yazdırabilmek için elimi tutarak “a, b, c” falan yaptırdığını hatırlarım. Bir yerden sonra vazgeçti ama, her insanın bir sabır sınırı var tabii ki.

En büyük sıkıntıyı da ciddi bir ödev yapacağım zaman yaşadım. Kompozisyon yazılırdı o zamanlar, dönem ödevleri falan olurdu ama bilgisayar gibi bir teknoloji henüz her eve uğramadığı için, paşa paşa çizgisiz bir beyaz kağıt alıp, tercihe göre siyah ya da mavi pilot kalemle, yazı konusunda olağanüstü yetenekliymişsin gibi kelimeler karalardın o kağıda. Ne sıkıntılar çektim böyle zamanlarda, anlatsam inanamazsınız a dostlar! Düzgün yazmalıyım diye kastığım sol elim, artık bir yerden sonra beton olur, yeni inşa edilen herhangi bir apartmanın temeline kolon olsun diye atılsa hiç de ayıplanmayacak bir duruma gelirdi. Çirkin yazdım diye attığım kağıtlar yan yana konsa dört kere falan dolaşır dünyanın çevresini herhalde. Türkiye çölleşecekse, en az on sene önce çöl haline gelecek, bana kağıt yetişsin diye kesilen ağaçlar yüzünden.

Kötü olan yazımı haklı çıkarmak için “Abi, doktorlar falan hep iğrenç yazıyor, bence bu zekayla alakalı bir şey. Koskoca doktor kötü yazıyorsa, bence bildiği bir şey vardır” falan derdim küçükken hep ama büyüdükçe ve bu konuda herhangi bir ilerleme gösteremeyince bu konunun zekayla bir ilgisi olmadığı konusunda büyük tereddütler yaşadım. Boğaziçi’nde, büyüklerimizin tabiriyle, inci gibi yazılmış notlar gördükçe verdim kendimi hüzne.

Ama bazen sanki görücüye çıkacakmışım gibi hissedip doğru düzgün yazılar yazabiliyorum, eğer yazdığım şey başka birinin eline geçecekse. Sınavlarda falan dikkat ediyorum mesela insan gibi yazmaya ama hakkında “Sen yaz, ben senden alırım” denen bir not falan olursa, insanüstü bir gayrete bürünüyorum, “Rezil olmayayım şimdi abidik gubidik yazarak” diye düşünüp. Bu şekilde korkacak kadar kötü bir yazım var, evet. Yazıdan karakter tahlili yapılsa, karaktersiz çıkarım ben, o kadar iddialıyım.

“Hocam solaklar güzel yazar aslında” diye bir cümle duyuyorum ben rencide olmuş halimden birazcık olsun kurtulunca. “Hayır, solaklar zeki olur tamam mı! Zeki adamın da yazısı kötüdür!” diyip çocukça bahaneler peşinde koşmak istiyor beynimin bir tarafı. Diğer taraf da “Şu tahtayı sil de insan gibi yaz ne yazacaksan” diyor. Kendimi tahtayı silerken buluyorum. “Ne yazmışım lan ben buraya?” dediğimi fark ediyorum tahtayı silerken. Kendi soruma cevap veremediğimi görünce de ışık hızına yaklaşan bir hızla tertemiz bir tahta bırakıyorum ardımda sınıftan çıkarken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder