2 Ocak 2012 Pazartesi

"Abi, Önemli Olan Verimli Çalışmak Zaten"

Yine bir final dönemi geldi çattı. Yıllardır finallere giriyorum ama “finaller” adına aldanıp herhangi bir şeyi sonuçlandırdığımı sanmayın. “Final oğlum kolay mı! Bu sefer her şeyi sonlandırıyorum” temalı cümleler kurmaya niyetlensem de gelen sonuçlara bakınca işe yarayacak herhangi bir sonlanma işlemi göremedim pek bugüne kadar. Geçtik mi geçtik işte! DD’ye sevinecek kadar alçalmama ne demeli zaten bilmiyorum.

Her yeni döneme başlarken “İnsan gibi çalışacağım bu dönem, ne olursa olsun!” diye kurduğum cümleler, dönem içindeki hayal kırıklıklarıyla birlikte, final dönemine “Finaller başlıyor, sıkı çalışmak lazım!” şekline gelmiş bir şekilde sarkıyor. Yıllardır aynı cümleyi kurmaya o kadar alışmışım ki birkaç gün önce kendimi o cümleleri sayıklarken buldum. Kendi kendine konuşmak neyse de, hadi o belki bir yere kadar tolere edilebilir, ama bu lafları ritmik bir şekilde, alttan da kendi kendine bir müzik uydurarak söylemek çok da sağlam bir psikolojiye sahip olmadığını gösteriyor o insanın. (“Finaller dımtısdımtıs başlıyor lalalalaaa” gibi bir şeydi mırıldandığım)

Geçtiğimiz Pazar gecesi, baktım böyle bir şarkı, türkü tutturmuşum, herhalde, dedim, keyfim yerimde. Madem öyle, şu modumu bir-iki gün daha koruyayım da mutlu mutlu ders çalışırım. Elektron falan dağıttıkça da neşeme neşe katarım. Ama önce bir uyuyayım, saat de geç olmuş, yarın sabah kalkınca çalışırım. Huzur dolu bir şekilde yatağıma yattım, rüyamda ders çalışıyordum.

Sabah kalkınca önce kahvaltı etmem gerektiğine karar verdim. Bir keresinde bir yerlerden “Kahvaltı çok önemli, o olmazsa olmaz, kafa çalışmaz” gibisinden bir şey duymuştum. Bu sözü hatırladığım için çok mutlu oldum, demek ki peynir, zeytinle beyin çalışma kapasitesini arttıracaktı. “Ne kadar alçakgönüllü bir beynim var, bir parça peynirle bütün gün deli gibi çalış. Zehir valla zehir!” diyerek sevince boğuldum ve mutfağa doğru ilerledim. Önce “Poşet çay mı yapsam yoksa bildiğin demlikte mi çay yapsam?” diye bir süre düşündüm ve ders çalıştıkça, yiyeceğim peynire rağmen, beynim yorulursa, “Kafeini bol bol alır, kendine gelir” diyerek çayı demlikte yapmamın daha iyi olacağı sonucuna vardım. Çay demlenene kadar önümde birazcık zaman vardı, bu zamanı da kendime mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamakla geçirdim. Çay demlensin diye beklerken, boş boş durmadığım ve o arada bir işi daha yaptığım için kendimle gurur duydum. Zamanı verimli kullanma konusunda master derecesine kadar gelmiştim.

Masayı hazırladığımda çay henüz kendine gelememişti. “Eh madem kahvaltıyı da aradan çıkarayım” dedim ve önümdekileri kuru kuru yedim. Neden sonra aklıma dolapta süt olduğu geldi, “Protein de iyi gelir bence beyne” dedim ve kahvaltının üzerine süt içerek sağlıklı bir yaşam sürdüğüme kendimi inandırdım. Bu inanma süreci içersinde çay da hazır olmuş ve kupaya konmayı bekliyordu. Çayımı doldurduğum kırmızı Nescafe kupamı alarak, odama ilerledim ve derse başlamadan önce her medeni insan gibi maillerimi kontrol etmenin çok olumlu bir hareket olacağını düşündüm. Çok da önemli bir şey yoktu gelen kutusunda ama yine de Teknosa’dan gelen ve çeşitli indirimlerden bahseden maili “Belki bir gün işe yarar” diye düşünerekten beynime kaydettim. Elektrik süpürgesi falan alacağım yoktu ama hani belki bir gün bir LCD ekran televizyona işim düşebilirdi. Teknoloji gelişiyordu dostlarım!

Çayın soğumasını beklerken, çünkü sıcak içemezdim ben çayı, “Bari günün gelişmelerine bakayım, çay soğuyunca da derse başlarım, hem içerim, hem çalışırım” dedim ve o haber sitesi senin, bu spor sitesi benim diyerek oradan oraya tıklamaya başladım. İnanılmaz işler dönüyordu dünya üzerinde. Ben de bir dünya vatandaşı olarak bu gelişmelere kayıtsız kalamazdım ve bu yüzden hem ülkem hem de dünyanın geleceği konusunda birazcık da olsa derin düşüncelere daldım. Bu sırada da çay buz gibi olmuştu, “Off bu içilmez böyle” dedim ve yeniden bir çay doldurmak üzere mutfağa gittim.

Odama geri döndüğümde uzun zamandan beri aklımda olan, fakat bir türlü hayata geçiremediğim planımı uygulamak o an için gözüme çok cazip göründü: Odamın şeklini değiştirecektim. Hem yeni yıl, yeni umutlar demekti ve böylece hayatımda çeşitli değişiklikler yaparak bu umutların gerçekleşmesine katkıda bulunacaktım! Çünkü oturduğun yerde hiçbir şey yapmadan durursan yeni yıldan bir şeyler bekleyemezdin.

Önce kitaplığımı boşaltmaya başladım. Kitaplıktan indirdiğim kitapları, kitaplığı koyacağım yeni yere yığdığımı biraz geç fark ettim ve kitaplıktan aldığım bütün kitapları bu kez de odanın başka bir köşesine taşıdım. Biraz vakit kaybetmiştim ama bundan sonra biraz daha seri hareket ederek kaybettiğim bu zaman dilimini geri kazanabilirdim. Bu kararımdan ötürü kitaplığı tamamen boşaltmadan sırtıma yükledim. Biraz ağır olmuştu. Çok fazla ilerleyemedim. Kitaplıktan hala almadığım birkaç kitabı daha yere indirdikten sonra, tekrar denedim. Bu sefer de yolun yarısına kadar geldim. “Zaman kazanayım derken, dur, kalk, dur, kalk daha çok zaman kaybediyorum” dedim ve kitaplığı tamamen boşaltarak yeni yerine getirdim. Fena olmamıştı.

Kitaplığı yerine koyunca “Madem bütün kitapları indirdim, hadi hepsini yazarlarının soyadına göre dizeyim, daha kolay olur aradığım kitabı bulmak” diye bir karar aldım ve tüm kitapları elden geçirmeye başladım. Gözüme önce sevimliymiş gibi gelen bu iş, bir yerden sonra canımı sıktı ve K harfine kadar geldikten sonra, geri kalan kitapları gelişigüzel dizmeye başladım. Yatağımı yerine çektikten sonra mis gibi bir oda beni bekliyordu artık.

Yorgunluk kahvemi yapıp masama artık ders çalışmak üzere oturunca, gerçekten çok fazla yorulduğumu ve bu yorgunluğu kahveyle falan atamayacağımı fark ettim. “O zaman biraz uyuyayım” kararı bu farkındalıktan sonra geldi. “Bence birazcık uyumakla bir şey kaybetmem, hem zaten kaç saat çalıştığın değil, ne kadar verimli çalıştığın önemli, bu halimle çalışsam hiç verimli olmaz” diye düşündüm ve odamın yeni dizaynında kendine çalışma masamın hemen yanında yer bulan yatağıma doğru kendimi attım. Uykuya dalmadan önce yatağımı buraya çekmekle ne kadar olumlu bir harekette bulunduğumu düşünüyordum. Böylece uyanır uyanmaz yatağımdan masama “hop” diye saliseler içinde geçebilecek ve hemen ders çalışmaya başlayacaktım.

Bir saat uyuyayım diye yattığım yataktan üç buçuk saat uyuduktan sonra kalktım. Kalktığımda karnım acıkmıştı ve büyüklerimizin dediği gibi aç ayı oynamazdı. Karnımı doyurunca ders çalışabilirdim. Verimli olarak ders çalışma fikrini hala savunuyordum.

Yemekten sonra ne mi oldu? Annem çay getirdi masama, “Neyse çayım bitince başlarım çalışmaya” dedim, çay bitmeden bu yazıyı yazmaya başladım, yazıyı yazarken çay bitti, gidip bir kupa daha doldurdum kendime. Yazı bitti ama bu sefer de çay bitmedi. Artık onu bitirince ders çalışmaya da başlarım. Hem gece çalışmak daha iyi, sessiz oluyor etraf, gündüz çok ses var, kafam almıyor, önemli olan da ne kadar çalıştığın değil, verimli çalışman zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder