8 Ocak 2012 Pazar

Sürüngen

Hepimizin bildiği gibi insanın uykusunun en fazla geldiği zamanlar ders çalışmayı seçtiği zaman dilimlerine denk geliyor ve dersi bırakıp yatağına usulca gitmen ve uyumayı tercih etmen vicdanın tarafından engellenmek isteniyor. Evet, uyumak hiç bu kadar tatlı gelmemişti ama önünde binlerce formül ve daha önceden ispatlanmış olsa da senin de en az bir kere ispatlamanı bekleyen teoriler falan duruyor. Sen onları ispat etmedikçe, teorinin bir tarafı hep eksik kalacak gibi hissediyorsun sanki, hem o kadar üniversitede okuyorsun; koskoca hocan, senin de yıllar önce bulunmuş bir şeyi tekrar yaptığını görünce mutlu olmasın mı? İşte düşünüp bulduğunu sandığın bu yüzyıllık gerçekler yüzünden uyanık kalmalısın. Uyumamanın en başarılı yolu da kendini çaya kahveye vermekten geçiyor. Aklımdaki bu düşüncelerle, uykuya biraz daha dayanabilmeyi umut ederek, yerimden kalkıp kahve yapmaya gidiyorum.

Mutfağa girince, rüzgarın “vuv vuuuuuvv fiiiuuv” gibi ürkütücü sesler çıkararak beni psikolojik anlamda sınava hazırladığı sonucuna vardım. Birkaç gün sonra sınavlara arka arkaya girince içimde kopacak fırtınaların, muhtemel mide ağrılarının ve migrenin habercisi gibi geldi rüzgâr bana. İnsan stres altındayken böyle arabesk çıkarımlar yapabiliyor tabii ki, o yüzden kendimi çok fazla rencide etmeden, zira İbrahim Tatlıses falan dinleyen adamları görünce çok defa yüzümü falan buruşturmuşumdur, konuyu kapattım. Suyun kaynamasını beklerken aç karnımı susturabilmek için buzdolabını açtım. Uyanık kalabilmek için kahve yapmak amacıyla değil de, sanki nefsimi köreltmek için girmişim mutfağa gibi davranıyordum. İnsan dersten kaçmak için öküz gibi yemek yemeyi göze alabiliyor. Buzdolabının ilk rafını boşalttıktan sonra ve ikinci rafın da dibine darı ekmek üzereyken, sabah kalkınca bomboş bir buzdolabı ile karşılaşırsa annemin çok şaşıracağını ve sanki az işi varmış gibi, bir de benim yaptığım hayvanlık yüzünden markete alışverişe gidip bir sürü vakit kaybedeceğini düşünüp üzüldüğüm için üçüncü raftakilerin de yarısını götürdükten sonra kendimi istemeyerek de olsa durdurdum. Kendimi deli gibi yemeğe verdiğim sürede kahve hazırlamak için ısıtmaya başladığım su kaynamış, hatta soğumuştu. Suyu tekrar ısıtmak, neden bilmiyorum ama o an için çok saçma geldi ve yıllardır ortalıkta bir efsane olarak dolaşan ve uyku problemine bire bir geldiği söylenen “kolanın içine bir kaşık Türk kahvesi atma” yöntemini uygulamayı ve böylece, eğer bu yöntem çok etkiliyse bundan sonra hep bu karışımı içerek uykuya hayır demeyi ve uyumadığım o süreler içersinde de bir deli, bir manyak gibi ders çalışarak ortalamamı en tepelere tırmandırmayı kararlaştırdım. Bir yudum kahveden çok fazla şey bekliyor gibi gözükebilirdim fakat denize düşen yılana sarılırdı.

Vücuda girecek bir yudum fazla kafein bile belki beni 15 dakika daha uykusuz tutabilecekti, o yüzden mutfak dolabını açarak en büyük kupayı aldım. Küçük hesapların adamı olmuştum. Kolayla doldurduğum bardağın içine, bol bol kafein alayım diye kaşık kaşık kahve attıkça ortamın sıvılığı kayboldu. Kola ve Türk kahvesinden oluşan ilginç bir hamur yapmıştım. Bu üstün başarımı görünce uluslar arası bir kimya firmasının üretim bölümü sorumlusu gibi çalıştığımı hayal etmeye başladım. Fakat hamur yapmak falan, insanı fırıncı gibi hissettiriyordu, o yüzden kimya firmasından uzaklaştı zihnim ve Trabzon Vakfıkebir Ekmeği üreten bir fırın kurduğumu canlandırmaya başladı. Bunun üzerine “Bunca yıldır bunun için okumuş olamam herhalde” diye korktum ve koşarak odama doğru ilerlemeye başladım.

Odama varmak üzereyken, hala neden ıslak bırakıldığı hakkında bir fikrimin olmadığı kalebodur üzerinde iyice hızlanmaya başladım. Halbuki kalebodur dediğin nedir ki, değil mi! Ufak sayılabilecek bir kare işte. Ama üzerinde kayarken sanki Asya’dan Amerika’ya savruluyor gibi hissediyorsun kendini, bitmek bilmiyor o yol. Bir süre kayarak ilerledim fakat artık bundan vazgeçip kendimi ders çalışmaya vermeliyim diye düşündüğümden hemen sağ tarafımda olduğunu fark ettiğim kapıyı ve bu kapının pervazını kullanarak durmayı amaçladım. Kolum kapının koluna geçti, yüzümü pervaza vurdum. Ama sonunda durabildim. Artık yerdeydim.

Düşen insana hep gülünür. Fakat evdeki herkes uyuduğu için bana gülecek hiç kimse yoktu etrafımda ve “Düştüğümde bile gülenim yok, bu ne biçim hayat böyle” diyerek içten içe hüzünlendim. Hüzün bir yerden sonra kendini hırsa bıraktı ve “Hiç kimse gülmüyorsa kendi kendime gülerim” mantığıyla hareket ederek kazadan hasarsız kurtulan sol elimin işaret parmağını kendime doğrultarak “Hahahahoo gerizekalı nasıl düştü!” diyerek gülmeye başladım. Gülerken yaptığım “Aa odam yerden bakınca ne kadar ilginç gözüküyor, resmen hayatıma değişik bir bakış açısı kattım” şeklindeki yorumumdan sonra biraz daha mutlu oldum ve sürüngenlere bundan sevgiyle yaklaşmaya karar verdim. Artık bir yerden sonra mutluluktan ölmek üzereyken evdeki herhangi birinin uyanıp odasından dışarı çıktığında beni yerde oturmuş, manyak gibi gülerken görmesi halinde hakkımda çok kötü bir imaj oluştururum korkusuyla “Ne yapıyorsun böyle koskoca adam!” dedim ve kendime kızdım, bir serzenişle oturduğum yerden doğruldum ve doğrulurken de sol dizimi kapıya vurdum. “Heh iyice!” diyerek hayata olan kızgınlığımı biraz daha vurgulu bir şekilde dile getirdim. Şu an gerçekten hayatın umrunda olmalıydım. Yalnızlığın en çok koyduğu anı yaşıyordum. Elimi tutan yoktu.

Ayağa kalktım, Notre Dame şekline girerek masama doğru ilerledim. Ders notlarını ve kitapları karşıma alarak “Ben sizle daha uzun vakit geçirebilmek için kahve yapmaya gitmiştim ama gelirken yerlerde sürüklendim. Her yerim sızlamakta şu an ve sanırım istemeden de olsa yatağıma gideceğim. Hayat çok acımasız, yine girdi aramıza hiç beklenmedik bir şekilde. Lütfen beni affedin” dedim. Kolayla kahve karışımı da işe yaramayacaktı bu akşamlık, o kadar da hamur elde etmiş, bilinen her şeyi unutturacak ve insanlığın tarihini yeniden yazacak bir buluş yapmıştım. Ardı ardına yaşadığım hüzünsel anlara daha fazla dayanamayan gözlerim, yaşlarını akıtmaya başladı. Akan yaşları silmek için elimin tersini elmacık kemiklerime doğru götürünce süper bir acı hissettim. “Yüzüm de mi morardı benim?” diye korktum ve suratımın son haline aynada bakmak için “Lan!” diye bağırarak banyoya koştum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder