1 Ocak 2012 Pazar

2011 Almanak

“Oğlum mükemmel bir yıl geçireceğim, inanılmaz işler yapacağım, off süper olacak!” diye diye girdiğim 2011 bitiyor. “Ne yaptın peki?” diye merak eden olursa devamını okuyabilir yazının. İşte 2011 yılının çarpıcı gerçekleri (Haberci mantığı gibi yaklaşıyorum olaya):


Ocak
2011’e girmeden önce, 2010’un son dakikalarını yaşarken uyumayı tercih etmiştim. Baktım, herkes 2011’e girmek için heyecan duyuyor, “Benim neyim eksik!” diye düşünüp yataktan kalkmıştım. Uykulu uykulu girdim yani 2011’e. Uykulu halimden birkaç gün içinde sıyrıldım ve finallere çalışmam gerektiğini fark ettim. Finallerdeki başarısızlığımı da (230 üzerinden 17 almak gibi) final zamanında beni yalnız bırakmayan 20 yaş dişi ağrısına bağlayarak olaydan sıyrıldım. Sonra tatile falan girdik işte. Dizi seyredip kitap okudum.


Şubat
Bu sene artık iyice emin oldum ki ben bütün şubat aylarını boşuna geçiriyorum. Yani bir yıl aslında benim için on bir aydan oluşuyor. Ocak ayından direkt marta geçsem, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranırım. Bu sene de şubat ayında yaptığım en büyük atraksiyon sevgililer gününde okulun sistemine girip ders seçmek oldu. O günün akşamında da kendime romantik bir akşam yemeği hazırladım, makarna falan işte.


Mart
Okula gidip gelmeye başladık işte. Laboratuvarda deney yaptım, mantıklı sonuçlar bulayım derken elimdeki bütün maddeleri bitirip hiçbir şey bulamadığım oldu. Bir de Beylikdüzü’ne taşındık ki hayatımdaki en büyük değişiklik buydu sanırım bu yıla kadar.


Nisan
Menisküs denen bir şeyle tanıştım, hayatı insana zindan etmekle görevli bir şey işte kendisi. Ne oturabildim, ne kalkabildim, ilginç zamanlardı. MR falan çekildi, makine “zibuuv zibuuv” diye sesler çıkardıkça “Noluyo yaa!” diye bol bol etrafıma bakındım, bir şey olmuyormuş.


Mayıs
Menisküs tüm hızıyla devam ederken finallere girmeye çalıştım yine. Final denince insan çok önemli şeyler bekliyor aslında ama bir şey olduğu da yok. Yani ben mi beceremiyorumdur nedir! Beşiktaş da Türkiye Kupası’nı kazandı, sevindim, evde birkaç saat Beşiktaş formasıyla dolaştım, yatarken çıkardım.


Haziran
Yaz okulu başladı. Fizik dersini çok sevdiğim için bütün bir yaz tatili boyunca ondan ayrı kalamazdım, aşkımız bunu hak etmiyordu. O yüzden koşa koşa aldım fiziği. Sevgimiz gün geçtikçe büyüyordu. Bir de işe girdim haziranda.


Temmuz
Mezuniyet balomuz oldu, baloya katıldım ama mezun durumunda olmadığım için kendimi biraz yancı gibi hissettim. Fakat bu hissiyat zaman geçtikçe kendini Demet Akalın şarkılarında oynamaya bıraktıkça bu sefer de kendinden iğrenme duygusu baş gösterdi. Herkes baloda eğlenirken, ben için için ağlıyordum düştüğüm durumları düşündükçe. Şaka şaka hiç de böyle derin düşünceler içerisine girmedim. Dana gibi içip göbek falan attım. Çekilen fotoğraflarıma bakınca da “Bu ne böyle yaa!” ilginç tepkiler verdim, çok ilginç ama. İrem’in doğum gününü kutladım bir de.


Ağustos
Fizikten kaldım.


Eylül
Her sene eylül ayına “Hehe doğduğum ay!” gibi garip ünlemlerle başlıyordum, bu sene bu ünlemi değiştirip “Hehe hayata gözlerimi açtığım ay!” şekline getirerek biraz daha edebi bir şekilde takılmak istedim. He böyle dedim de bir şey oldu mu? Hayır. Bir cümleden ötürü hayatın değişmiyor çoğu zaman. Neyse, doğum günüm falan vardı işte, kutlayanlara tekrar teşekkür edeyim buradan. Bir de benim aradıklarım varsa özür mü dilesem acaba? “Adam doğum gününde beni arıyor, zorla kutlayacağız yani!” diye düşünen olduysa burulurum. Olmamıştır, değil mi? Zaten şey, bir kişiyi aradım. Heh bir de yeniden ders seçtim okulun sistemine girip. Galiba yıllardır tek düzenli yaptığım şey sisteme ve finallere girmek.


Ekim
Okula gitmeye başladım yine. Yollarda ömrümü yediğim oldu. Okul kimliğimi yenilettim. Neymiş efendim son kullanma tarihi dolmuş! Bir kimliğin son kullanma tarihi mi olur Allah’ım kafam almıyor!


Kasım
Sınavlar başladı yine. Bıktım sınava girip “Name Surname” kısmını doldurmaktan. Bir de artık bayramlarda harçlık alamadığımı fark ettim ve ilk defa büyüdüğüme ikna ettim kendimi. Garip bir duygu. 24 yaşında falansın. Ve bir de seminer verdim bu ayda ki heyecandan öleyazmak ne demek, bunu çok iyi anladım. Hocaların karşısına çıkıp kimya bildiğini iddia ediyorsun. Off şimdi bile bir titredim bunu yazarken.


Aralık
Galiba aralık ayı boyunca yaptığım en mantıklı hareket akbilimin geçerlilik süresini uzatmak oldu. Akbil tabii, lazım oluyor, bir de çipi falan var içinde, küçük sevimli de bir şey, kıyamıyorsun bir yerde, hep seninle olsun istiyorsun, uzatıyorsun süresini. Bu kadar işte, koskoca aralık ayı halbuki ama insan hiç mi bir şey yapmaz!


İşte genel hatlarıyla böyle geçti koskoca bir yıl. Yılın son saatlerinde cep telefonuna gelen“Yeni yılınız kutlu olsun” mesajına “Allah kabul etsin” tepkisi veren ve buna deli gibi kahkaha atarak gülen bir teyze gördüm ve anladım ki 2011 de çok şey getirememiş hayatımıza, hala nerelerdeyiz biz!
69 tane kitap okumuşum 2011’de, “70 olsun düz olsun” diye düşündüm ama elimdeki kitabı bitiremedim. Zaten o zaman inandırıcı olmazdı pek. Şimdi biri çıksa ben 100 kitap okudum dese, asla inanmam ama 104 kitap olsa, bir düşünürüm. Neyse, bütün bir yıl boyunca metrobüse binip durdum sürekli. Gönderdikleri mesajlarla beni en çok hatırlayan Turkcell, en çok önemseyen ise Emniyet Genel Müdürlüğü oldu. Boğaz kenarında çay içtim arkadaşlarımla akşamları, akşamları daha başka oluyor çünkü Boğaz, Güney Kampüs’te manzarada takıldığımız da oldu çok. Çok gülüp eğlendik, bazen de dertler nasıl çözülebilir, bunu bulmaya çalıştık kafa kafaya vererek. Müzik dinledim durmadan. Bir ona bir buna şarkılar gönderdim içimden, Facebook’ta da fotoğraflara baktım ara sıra. Sonra yine şarkı dinledim hep.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder