2 Ocak 2012 Pazartesi

Tedariksiz Erdem

Yıl olmuş 2012, gelmişim 25 yaşıma ama hala bir eksiklik duygusu, hala bir yapacağı işi insan gibi yapamama, hala bir amaçsızlık falan almış başını gidiyor. “Bir şey yaptığım yok, bari şunu yapayım” diye bir karar alıp yaklaşık üç saniye sonra “Ne yapacaktım ben ya?”diye uzun uzun düşünerek derde kedere vuruyorum kendimi. Sonra da “Hayat ne kadar zor, ah ne yapsam olmuyor, sanırım dünya bize oyun oynamayı seviyor” şeklinde felsefik düşünceler yaratıp kendi kendimi aslında çok da boş bir insan olmadığım konusunda ikna etmeye çalışıyorum. Zaten insanlar batırdığı bir iş sonunda, kendilerinin aslında diğer şeylerde çok daha başarılı olduklarını anlatmaya bayılırlar. “Benim sözelim daha iyi aslında” ya da “Sen asıl benim tarhana çorbamı ye, bunun kıvamı tutmadı” gibi cümleler çeşitli başarısızlık anlarından sonra söylenmiş sözler olmakla beraber, insanları düştükleri berbat durumlardan kurtarma gibi bir misyonun sahibidirler.

İnsanoğlu kendini her şeyin üstesinden gelebileceğine inandırmakta çok başarılı. “Ne var oğlum onda, yaparım ben” anlamına gelen cümleler sanırım en çok sevdiğimiz şeyler. Kimse kendisinin herhangi bir konuda yetersiz olabileceğine inandırmak istemiyor. İlkokulda çarpım tablosunu ezberleyip iki kere ikiyi “çat” diye söyleyebildiğimiz zamanlarda atılıyor olabilir bu davranışın tohumları. İki tane sayıyı çarpıyorsun sonuçta, başarılı bir iş gibi gözüküyor. Ben de sekiz kere dokuzu çarpabildiğim andan sonra, ki bu işlem çarpım tablosunun en zor işlemlerinden biridir, birçok işin üstesinden gelebileceğime çok güzel ikna olmuştum. Hele denklemi verilen bir doğruyu koordinat sisteminde gösterince, karşıma ne çıkarsa çıksın hepsini alt edebileceğim konusunda çok iddialıydım. Süper kahramandım resmen, her ne olursa olsun, benim karşıma bir sorun olarak çıkmaktan kaçacaktı.

Fakat insan yaşadıkça bazı acı gerçeklerle karşılaşmak durumunda kalıyor. Bazı şeyler için yetersiz olduğumu anlamam henüz on dört yaşındayken başıma geldi; Anadolu Lisesi kazanabilecek kadar iddialı(!) olan bir çocuk, Beden Eğitimi dersinde takla atamıyordu. Her başarısız denemenin ardından “Dur dur heyecan yaptım, ondan olmadı” desem de bu cümleyi kurduktan sonraki atlayışta bile sağa sola savrulmayı becerebiliyordum. Bir saniye duraksamadan tüm çarpım tablosunu sayan çocuğun karşısına mavi minderlerle bir adet kasa çıkmış ve bu çocuğun bazı şeyler için yetersiz olduğunu haykırıyorlardı cümle âleme.

Tabii bu gerçekle yüzleşince inanamıyorsun olanlara. Alt tarafı bir minder değil mi! Fakat, dostlarım, inanın o günden sonra her şey bambaşka gözükmeye başlamıştı gözüme. Yetersizlik, eksiklik duygusu her yanımı sarmıştı. Artık attığım her adımda bir yanlışla karşılaşacağım diye her şeye tedarikli yaklaşmaya çalışıyor ama yine de çok fazla korkuyor, bu korkunun verdiği saçma psikoloji ile evlerde gördüğüm ve çekyatların, koltukların üzerine konan minderlerden bile kaçıyordum. Yastık nedir, bilmez olmuştum. Her gece yastıksız uyumaktan, direk gibi bir vücuda sahip olacağım diye tırsmaya başlamıştım. Gece uyuyacağım diye boynum garip şekillere giriyordu, sabah kalktığımda öğle saatlerine kadar robot gibi yürüyordum, boynum sağa sola dönmüyor, bir yere bakmam gerektiği zaman tüm vücudumla o yana dönmek zorunda kalıyordum.

Lise 3’te Beden Eğitimi dersi olmadığını duyunca bir gaza geldim ki, bir baktım sene sonunda Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanmışım. Takla atamama olayını tarihin tozlu sayfalarına gömmüş, önümdeki parlak yılların hayalini kurmaya başlamıştım. Parlak yıl diye adlandırarak planladığım zaman dilimi yaklaşık üç ay sürdü. Boğaziçi zordu, Boğaziçi laftan anlamazdı, Boğaziçi ilginç işler peşindeydi. Her sınava “Yaparım yeaa ne olacak!” diyerek giriyor, boynum önümde, mazlum bir şekilde sınav salonunu terk ediyordum. Baktım böyle olmuyor, sınavlarda tedarikli olayım diye ders çalışmaya başladım, fakat ders çalışmak için de uyku olayını askıya aldım. “Uyumadan yaşarım lan ne olacak, gencecik adamız” diyerek adım attığım bu süreç de yaklaşık iki gün sürdü. Uykusuzluğa direnemiyor, önüme defteri, kitabı aldığım gibi gözlerim kapanıyordu. Yatağa gitmeyip yollarda, otobüsteyken falan uyuma opsiyonunu kullanma gibi bir fikir gelse de aklıma, bu kez de ineceğim durağı kaçırırım ya da “otobüste uyurken kendi kendime konuşurum, millete rezil olurum” diye düşündüğümden insan gibi yatağıma gidip uyumayı ve derse de bir ara çalışabileceğimi kararlaştırdım. Birçok işi bir arada yapamıyor, her koşulda tedariksiz kalmayı başarıyordum.

Ve bu olayların üzerinden yıllar geçti. Ben yine aynı benim dostlarım. Yazı yazacağım diye bilgisayarın başına oturup Word’e tıklamayı unutmak ama yine de klavyenin tuşlarına basarak masaüstüne bir şeyler yazmaya çalışmak artık normal geliyor bana. Yetersizlik zor şey. Ne kadar tedarikli olmaya çalışsam da sıkıntılara karşı koyamamak yorucu bir şey. Sanırım beni en iyi anlayacak olan da İngiltere Kralı Tedariksiz Ethelred. Merhaba Ethelred, ben de sendenim.


http://tr.wikipedia.org/wiki/Tedariksiz_Ethelred

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder