11 Ocak 2012 Çarşamba

Yalnızlık Alarmı

Bu sabah hayatıma anlam katan bir gerçekle karşılaştım: Telefonum alarmı en fazla elli dakika erteliyor. Halbuki ben hep ertelesem onu, o da hep ertelense hiç itiraz etmeden…

Gece yatarken aldığım “Erken kalkayım yarın sabah, insan gibi ders çalışırım” kararı neticesinde uyumadan önce telefonu 08:30’a kurdum. Gece bir ara uyanıp saatin 03:52 olduğunu görmemle uyku sersemi de olsa basit matematik işlemlerini yapmadaki yeteneğini kaybetmeyen beynim sayesinde neredeyse dört buçuk saat daha uyuyacağımı fark ederek sevindim. Önümdeki bu uzun vakit sayesinde güzelce dinlenebilecek ve sabah istediğim saatte kalkarak yatmadan önce planladığım şeyleri tam zamanında birer birer gerçekleştirebilecektim. Hayat güzeldi. O an için.

Söz verdiği gibi 8:30’da çalan alarmı artık bu konuda ustalaştığım için tek parmak darbesiyle susturdum. Bence bir beş dakika daha uyumakla bir şey kaybetmezdim. Kaybedersem de o beş dakikayı gece yatarken telafi eder ve birazcık geç yatardım. Aklıma gelen bu fikir sayesinde beynimle gurur duydum ve uykudan yeni kalkınca inanılmaz bir şekilde çalışan beynimin var olduğuna bir kez daha ikna oldum. Çünkü en can alıcı fikirler gözlerimi açtığım üç saniye içinde geliyordu aklıma. (Metrobüste oturmak için şurada soteleneyim, kalkınca yatağımı toplamayayım, nasılsa akşama yine yatacağım gibi) Uyandıktan bir süre sonra da her zamanki idiot Erdem halime dönüyorum. O yüzden hayatımla ilgili aldığım kararları hep bu üç saniye içine sıkıştırmaya çalışıyor, bazen de üç saniyenin yetersiz olduğunu fark ediyor ve amaçsız bir şekilde dolanıyorum şu dünya üzerinde.

Alarmı ertelemenin verdiği iç huzurla gözlerimi kapadım. Önümde muazzam bir süre vardı ve ben bu süreyi en iyi şekilde kullanmalıydım, yani uyuyarak. Yeniden uykuya dalmak üzereyken alarm yeniden çaldı. Demek ki beynim ve aldığım kararları düşünürken bu beş dakikayı bitirmiştim. “Ama daha uyuyamadım, o beş dakika önemli uykum için” diyerek yeniden ertele seçeneğini seçtim. Telefon itiraz etmedi. Sevindim. Fakat insanoğlu sevinip de mutluluk hormonu salgılayınca uyku tutmuyor. Kendimi ne kadar zorlasam da zorlayayım bir türlü uyuyamadım ve sürekli elime telefonu alıp beş dakikanın bitmesine ne kadar kaldığını kontrol ettim. Tam beş dakika dolup da telefon yeniden ötmeye başlayacağı sırada buna izin vermedim ve saliseler içinde alarmı tekrar erteledim. Yaptığım bu çabuk hareketle gurur duyduğum ve övündüğüm için yatağımın içinde biraz böbürlendim ve telefona küstah bakışlar fırlattım. O da altta kalmayarak beş dakika sonra uyduruk alarm melodisiyle tekrar çalmaya başladı. Artık buna sessiz kalacak değildim, kılıçlar çekilmişti.

Bundan sonraki süreler beş dakika uyu, sonra alarmı kapat, sonra beş dakika daha uyu, sonra tekrar alarmı sustur şeklinde geçti. İnsan uyurken dinlenir, ben ise telefonla girdiğim mücadele sonunda gözleri kanlanmış bir manyağa dönmüştüm. 9’u 5 geçe bir kez daha ertele tuşuna bastım ve beş dakika sonra çaldığında telefona acı çektirmek için inanılmaz planlar yapmaya başladım: Pilini çıkaracak ve karşımdaki duvara fırlatacaktım. Beni uyandırdığı için onu bu hayata bağlayan en önemli organını söküp atacaktım. Duvarda da saattir, tablodur falan kırılacak bir şey olmadığı için bu işten en az zararla kurtulan ben olacaktım. En fazla duvarda bir iz çıkardı ve onu annemden saklamak zorunda kalabilirdim. Fakat risk almadan bu hayat yaşanmıyordu.

9’u 10 geçe son kez çalan telefonu elime aldım ve arkasındaki kapağı çıkarmak için harekete geçtim. Fakat bu sırada gözüme bir şey takıldı. Ekranda “Ertele” seçeneği yoktu. Alarm çalıyordu ve onu susturmanın tek seçeneği “Durdur” tuşuna dokunmamdı. Yani ben sadece elli dakika boyunca alarm ertelemenin keyfini çıkarabilecektim ve daha sonra alarm üzerinde hiçbir hakkım olmayacaktı. Telefon bana iki dakikalık keyfi çok görüyordu ve yatağımdan kalkıp yapmam gerekenleri yapmak için harekete geçmem gerektiğini emrediyordu. “Bir daha çalmam, bana ne, geç kalırsan da kal, umrumda değilsin, öküz gibi erteledin zaten durmadan, senle uğraşamam” diyordu. “Oyuncağın değilim ben senin, telefon bu telefon, milleti ararsın, mesaj falan gönderirsin, saat kulesi miyim lan ben!” diye ekliyordu. Haklıydı.

Hayat aslında bazen o kadar da güzel değildi, can acıtabiliyordu. Sadece alarmı çalıyor da beni uyandırıyor diye cep telefonu mu alınırdı! Öyle yaparsan elli dakika çalar, sonra seni terk edip giderdi. Gerçekler yüzüme tokat gibi çarptı böylece, sonra yatağımın üzerinde doğruldum, elimdeki telefona sarıldım. “Yapayalnızım” diyerek ağlamaya başladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder