3 Şubat 2012 Cuma

Olmayan Sevgiliye Mektup

Sevgili Olmayan Sevgili;

Mektubuma bu şekilde başlamak komik ve belki de ironik oldu biraz, evet. Sanki sana taş atıyormuşum gibi hissettim kendimi. Aslında böyle bir amacım yoktu. İlkokul öğretmenim böyle göstermişti bana, mektuplara “Sevgili” ifadesiyle başlanırmış, yani böyle başlansa hoş olurmuş. Yani amcana bile mektup yazarken “Sevgili Amcacığım” yazmak gerekiyor. Bence çok da gerekli değil böyle başlamak ama kocaman adam da olsa yine de sevimli yaklaşmalısın insanlara. Mektup da sıcak bir ortam falan yaratıyor, o yüzden böyle başlamak güzel; sıcaklık üstüne sıcaklık, sevecenlik üstüne sevecenlik, sanki her şey mükemmelmiş gibi bir hava yaratmalısın.

Neyse, mektubun edebiyattaki ve hayatımızdaki yerini ve önemini anlatan bir şeyler karalamak değil burada amacım. Zaten o kadar üst düzey, böyle akademik şeyler yazacak kadar bilgi sahibi de değilim bir mektup hakkında. Hatta hala ilkokul öğretmenimin beni bıraktığı yerdeyim bu konuda. Bir yudum ilerleme yok. Belki bu yüzden benden tiksineceksin şimdi ama istersen imajımı düzeltmek için birkaç ilginç bilgi sunabilirim sana. Mesela halk arasında kezzap denilen şey aslında nitrik asittir. Belki bunu biliyorsundur ama bir de benden duy istedim. Biliyorsan da bilmiyormuş gibi yap. Benim bildiğim bir şeyi de sen söyleyince, ben de dünyadaki en büyük hayret ifadesini takınarak “Aaa!” ünlemiyle şaşırırım. İşte böyle komiklikler, şakalar falan önemli şeyler. Karşılıklı anlayış falan da deniyor bu tarz hareketlere ama bence yirmi dört yaşındaki birisinin böyle ilginç tepkilerle suratını şekilden şekle sokması komiklikten başka bir şey değil.

Ee sen ne yapıyorsun? Anlat bakalım. İstersen önce ben anlatayım. Zaten giriştik bir kere bu işe, şimdi iki kelime de yazıp bırakılmaz, bir şeyler yazmak lazım. Mektubu burada kessem ne komik olur değil mi? Tam olarak burada yani. Al bitti: .

İşte böyle şebeklikler peşindeyim ben de. Facebook’ta bir oyuna sardım, oo süper! Gözlerim yuvalarından çıkacak gibi oluyor renkli renkli karelere tıklamaktan ama vakit geçiyor işte. Geçen gün 400000 puanı geçtim diye evde bir tur attım sevinçten, sonra annem gördü, utandım. Annem de üzüldü galiba bu halime, gözlerinde gördüm o kederi. Bir de Mustafa mesaj atıp duruyor. Senden gelmiştir belki diye atlıyorum telefona, gönderen kısmında Mustafa yazıyor. Allahım Mustafa’nın benle ne işi olabilir ki, anlamıyorum! Bir de dedikleri de laf olsa he! Yok ne yapıyormuşum, ne ediyormuşum, tatil nasıl geçiyormuş! Sen bile sormuyorsun bana bunları. Utanmasa tatilim hakkında kompozisyon isteyecek benden. Yok şu gün gelecekmiş İstanbul’a! Sorduk sanki! Manyak mı ne! Cevap vermiyorum mesajlarına, “hişt pişt” yazıyor ve ardından çağrı atıyor durmadan. Geçen gün telefonumda 86 cevapsız arama yazıyordu. Aklım çıktı yerinden bunu görünce. Sen yoksun diye kimlerle uğraşıyorum!

Vakit geçsin diye aylar önce aldığım ama okul, dersler, iş, güç derken bir türlü yapmaya başlayamadığım puzzle olayına giriştim bir de geçenlerde. Bütün parçaları gaza gelip hunharca doğru yerlerine yerleştirdim. Hırs yapmıştım. Son iki parçaya gelince elimde sadece bir tane puzzle parçası kaldığını görüp sinirlendim. Eksik parçayla beraber yaptığım herşeyin bütün esprisi kaçacak, o kadar emeğim boşa gidecekti. Hesap sormak üzere giyinip D&R’a doğru yola çıktım. Orada karşıma çıkan ve önündeki kartta adının Halil olduğunu gördüğüm görevliye derdimi anlattım. Halil bana “Abi biz sayıp da atıyoruz o parçaları içine, eksik olmaz bizde” falan dedi. “Fabrikasında sayılmıyor mu lan bu! Ne açıp karıştırıyorsunuz lan puzzleımı! Düşürmüşsünüz işte parçasını sümük gibi oldu eksik eksik! Bir de hiç karıştırmamış gibi güzelce yapıştırmışsınız paketi! Neyin peşindesiniz olum siz!” diyerek sinirlendim. Halil de bunun üzerine “Abi bir bakalım dükkana, çıkarsa bir yerlerden ben ayırırım bir köşeye, sen merak etme” dedi ve gözlerindeki inandırıcılık ifadesiyle beni ikna etti. Yol boyunca eksik olan parçanın tamamlanacağı hayaliyle mutlu mutlu gülümsedim. Hatta eve varınca bir an gaza gelip çizgisiz bir dosya kağıdından bir parça koparıp, bu parçayı da maviye boyayarak eksik olan yere sokuşturdum. Pek güzel durmadı ama en nihayetinde ben de bir Van Gogh değildim değil mi sevgilim?

Ben böyle şeylerle uğraşıp duruyorum. Arada uyuyorum bir de. Uyanınca salak salak bakınıyorum falan. Görmek istemeyebilirsin beni bu halde. Ya da gör yaa! Off niye söylediysem sanki bunları da! Şey, anlatacaklarım bu kadar şimdilik. Mektubumu “Şimdi sen bu mektubu okurken ben çok uzaklarda olacağım” diyerek klişe ve hafif de olsa merak uyandırıcı bir şekilde bitirmek isterdim ama insanlarda uyandırdığım en büyük merak duygusu bugüne kadar “Erdem bu notu nasıl aldı yaa! Kesin kopya çekmiştir!” şeklinde oldu. Heh bir de Mustafa mesaj attı şimdi, ne yaptığımı merak etmiş yine. Hey Allah’ım yaa! Hadi gel artık, kurtar beni Mustafa’dan, Mahmut’tan, Halil’den!

Not: Mahmut, bizim bakkal.


Görüşmek dileğiyle,
Erdem

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder