18 Şubat 2012 Cumartesi

Sarışın Erdem

“Bir günü daha bitirdik. Hayat işte, su gibi akıp geçiyor, daha dün üç yaşındaydım ben, ne zaman bu yaşa geldim de kendi kendime minibüs bekleyebiliyorum! Hayret edilecek bir şey!” diye bir akşam vakti derin düşünceler içine dalmışken yanıma bir abi yaklaşıyor. İlk söylediği şey “gogwoıngaspfnq” gibi bir cümle. “Efendim?” diyorum. “ksdgıwnsgwe giden minibüs buradan mı geçiyor?” diye soruyor. Gözlerimi kısarak “Nereye?” diye bir soru da ben yöneltiyorum. Gözleri kısmak size söylenen şeyi anlamadığınızı göstermek için yapılan bir eylem. Abi gideceği yeri açık adres vererek anlatmaya başlıyor, fakat bahsettiği sokaklar hakkında hiçbir fikrim yok. “Keşke yolda giderken sokak isimlerine baksaydım, anca dana gibi yerlere bakıyorum, hayatın bu küçük detaylarını kaçırıyorum” diyerek hüzünleniyorum. Adamın gideceği yeri bu kadar açık bir şekilde anlatmasına rağmen hala “Bilmiyorum yaa” dersem kendisine karşı çok büyük saygısızlık yapmış olurum. O yüzden sanki gideceği yeri çok iyi biliyormuşum da bir anlık dalgınlığıma gelmiş ve az önce hatırlayamamışım fakat şu an kendimden ve oraya gidecek minibüsten süper bir şekilde eminmişim gibi davranıp “Hee! Tamam, tamam burada bekle abi” diyorum. Adamın suratında yine de bir kararsızlık görünce yaklaşık on saniyedir yanımda olmasına rağmen bana deli gibi güvenmesini umarak “Ben de o minibüse bineceğim zaten” diyorum. Bazen böyle içinde bulunduğum an içinde insanlığa hiçbir yararı olmayan ipe sapa gelmez cümleler kurabiliyorum.

Adam sigarasını yakıyor ve bana dönüp “Memleket neresi abi?” diye soruyor. Sokak lambalarının da altında olduğumuz için karakolda ifade veriyormuş gibi hissediyorum kendimi. “İstanbul” diyorum. Şöyle bir süzüyor beni ve “Nasıl ya!” diye hayret ediyor. Ayağımdaki botlara falan bakarak İstanbullu olamayacağımı düşünmüş olmalı. Bildiğin bot halbuki. “Öyle birkaç kuşaktır İstanbulluyuz işte” diyorum. “Ben seni uzaktan bakınca Samsunlu sandım” diyor. “Sarışınlık da var, Samsunlular da böyledir” diye devam ediyor. Daha önce uzaktan bakılarak herhangi bir şehirde doğmuş olabileceğime karar verilmemişti. İnsanlar garip şeyler düşünebiliyor demek ki benim hakkımda. Sarışın olma mevzusu da yeterince ilginç zaten, sarışın olduğumu iddia edebileceği tek veri elimde minibüs şoförüne vermek üzere tuttuğum sarı 5 lira. “Lan yüzüm gözüm sapsarı ve hasta mı oluyorum da adam bu gerçeği can acıtıcı bir şekilde söylememek için böyle ilginç işler peşinde koşuyor?” diye düşünüp ateşim var mı diye bakıyorum. Migren dışında bir sıkıntım yok gibi gözüküyor.

Ben böyle salak salak hasta olup olmadığımı anlamaya çalışırken ve adam da yanımda yüksek yüksek binalara ilginç bakışlar fırlatırken binmemiz gereken minibüs ışık hızına yakın bir şekilde önümüzden geçiyor. Abi inanılmaz bir stres yüklenerek “Laaan biz buna binmeyecek miydik!” diye haykırarak kaçırdğımız minibüsün peşinden koşmaya başlıyor. Beni arkasında unuttuğunu fark ederek bir an için geri dönüyor ve “Koş koooooş!” diye bana sesleniyor. Ben de sanki hayatım boyuna birisinin bana “koş” demesini beklemiş ve o fırsat şu anda ayağına gelmiş biri gibi davranarak adamın peşinden koşmaya başlıyorum. Annem “Şu kıyafetlerini kaldır mısın şuradan?” dese “Tamam yeaa mamam yeaa” diye tepkiler veririm ama elalemin adamının dediği şeyi hiç tereddüt etmeden yapmaya başlıyorum. Şimdi iki adam son sürat giden bir minibüsün peşinde avare gibi koşuyor. Abi minibüsün şoförünün dikkatini çekmek için arada ıslık falan çalıyor, en sonunda “Kaptaaan!” diye bağırıyor. Hayatımda bir minibüse binebilmek için bu kadar kendinden geçen bir adam görmemiştim! Bütün Beylikdüzü halkına yeterince rezil olduktan sonra minibüsü yakalayamayacağımızı anlayan abi duruyor ve “Ee gitti artık” diye bir çıkarım yapıyor. O duruyor diye ben de duruyorum. Pavlov’un köpekleri gibiyim. Otur, kalk, koş, koooooşş; ne dense yapıyorum.

“Neyse gitti o artık, başka bir strateji geliştirelim” diyen adam bu konularda uzman gibi. “Kaçan minibüsleri ve otobüsleri nasıl dize getiririz?” başlıklı bir tez hazırlamış olabilir. “Şimdi şuradan gidelim ve o arabaya binelim” diyor. Tabii ki bu fikre karşı çıkmam düşünülemez. O an yanımda kim olursa olsun her dediğini yapacak gibi davranıyorum, hayatımın en uysal anındayım. Ve daha önce hiç görmediğim bir adamla iki kafadar gibi yola koyuluyoruz. Amacımız bir alt yola gidip kaçırdığımız minibüsü yakalamak. Yolda futbol hakkında yorumlar yapıp, biraz da ülkenin başındakilerini kötülerken ileride binmemiz gereken minibüs gözüküyor ve ben laf anlatırken, abi beni takmadan yine koşmaya başlıyor. Ben de düğmesine basılmış gibi yine koşmaya başlıyorum. Manyak gibi koşuyoruz bu akşam. Minibüs yine gidiyor.

Bu sefer de bir alt yola daha inerek minibüsü orada yakalabileceğimizi ileri sürüyor abi. Beylikdüzü’nün bütün ara sokaklarını kendini bilmez bir şoför yüzünden arşınlıyoruz. En sonunda bir yerde durmaya karar veriyoruz ve “Minibüs gelecekse buraya gelsin, ne bu böyle!” serzenişleri ile atarlanıyoruz. Başka bir minibüs geliyor bu kez ama abi çok kalabalık olduğu için buna binersek sıkış tepiş gideceğimizi belirtiyor ve buna değmeyeceğini ekliyor. “Ulan ne diye ayı gibi koştuk o zaman insan gibi bekleseydik yerimizde diğer gelecek arabayı!” diye kızmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Abi karar alıyor, ben uyguluyorum. Hep böyle oluyor bu; karar alanlara arkalarından bakıyorum, hatta yeri geliyor sarışın oluyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder