6 Nisan 2012 Cuma

Küçücük Şeylerle Mutlu Olmanın Peşinde

“Dur lan poğaça alayım şuradan, bir de çay yaparım eve gidince, böylece kendime mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlarım, kahvaltı keyfi yaparım, ohh ne güzel lan! Hayat bu işte!” düşünceleriyle pastaneye giriyorum. Bir adet poğaçadan “Hayatın güzel yanları da var” sonucuna varmam, biraz sığ bir insan olduğumu gösterecekse ve hakkımda “Ulan bir poğaçayla bile mutlu olabiliyor, kerizim benim!” cümleler kurulmasına neden olacaksa da o anki psikolojiyle bunları umursayacak boyutta değilim. Poğaçaya susamış bir arsız gibi davranıyorum ve poğaçaların bulunduğu bölgeye doğru atağa kalkıyorum. “Buyrun” diyen bir abi karşılıyor beni. Bir de sırıtıyor.

Önümde iki tane seçenek var. Ya peynirli poğaça alacağım ya da bana göre sade, abiye göre sadeli. Hayatım adına çok ciddi bir karar alacakmışım gibi önümdeki 3-4 poğaçaya bakıyorum. Kenarda köşede unutulmuş başka bir poğaça çarpıyor gözüme. “O neli?” diye soruyorum. Adam üzgün bir ifadeyle “Mısırlı” diyor, “Ama patlaşmış mısırlı”. “Hımm” diyorum. Gerçekten bilmem gereken bir şeydi bu. Ama abinin yüzüne de bir hüzün çöküyor aynı anda. Sanırım o poğaçayı kendine saklamıştı ve etrafı gözlem yeteneğim sayesinde onu fark etmemle birlikte yeterince huzursuz oldu. Hayatında herhangi bir şeyle ilk defa karşılaşan insan, sonunda ne olursa olsun merak duygusuna yenik düşer ve o şeye sahip olmak ister. Mısırlı poğaça fikri aslında bana çok da mantıklı gelmese bile sanki o güne kadar ana yiyeceğim mısırlı poğaçaymış da bugün de yemezsem hastaneye kaldırılırmışım ve sevenlerimi çok üzermişim gibi endişelenip “Tamam, alıyorum onu” diyorum. Sanki mısırlı poğaçayı ne yapacaksam!

Abi vaktim varsa çay ısmarlayabileceğini söylüyor. Bir adet pastane çalışanı ile çay içme fikri hiç hoş değil. Çay tekliflerimin de hep bakkal çakkaldan gelmesi ayrı bir sıkıntı zaten. Esnaflarda beraber çay içme isteği uyandıran bir kişiliğim var sanırım. Vergiden, stopajdan falan da anlamam ama hep bir çay ikram etme ve biraz oturup dertleşme hissi oluyor yurdum esnafında beni görünce. Bütün gün evde otursam kimse de arayıp “Erdem gel bir çay, kahve içelim” demez; ne zaman ekmek almaya inerim aşağıya, bakkal elinde bardakla bekler. Çay kaşığıyla bardağa vurup çeşitli melodiler eşliğinde beni karşılamasına ise hiç girmiyorum şu an burada.

Çay teklifini kibarca reddediyorum. Abi bu sefer şakacı kişiliğini ortaya çıkarıyor ve “Bira, şarap, viski olur mu?” diye soruyor. Nereye varmak istediği hakkında gerçekten bir fikrim yok ama yine de “Valla olsa iyi olur aslında” diyorum. “Neden?” diye soruyor. Özel hayatımı bu meraklı beyefendiye açacak değilim. “Ehehehe” diye salak bir gülüşle geçiştirmeye çalışıyorum durumu. “Ne oldu? Söyle!” diyor. Müşterisini bu kadar sahiplenen ve ne olursa olsun hep onu destekleyecek olan bir iş yeri sahibini de ilk defa görüyorum. “Yok bir şey abi, ne olsun ya!” diyorum. “Gözler öyle demiyor ama” diyor. “Abi manyak mısın sen ne diye gözlerimin içine bakıyorsun? Ben bile bu kadar incelemiyorum kendimi aynada!” demek istiyorum ama artık dışarıdan nasıl gözüküyorsam ve bu halim adamı ne kadar çok üzüyorsa; kafamı kaldırdığımda küçük ve içinden peynir fışkıran poğaçamsı bir şey görüyorum. “Al bakalım, ikram” diyor. Mal bulmuş mağribi gibi adamın uzattığı şeye saldırıyorum. Sezercik’in zamanında bir filmde lahmacununun yarısını koparıp verdiği çocuk bile bu kadar sevinmemişti. Adam, suratımda gördüğü ifadeyle birlikte elimdeki şeyi çekip alıyor ve kese kağıdı gibi bir şeye az önce uzattığı şeyden birkaç tane daha koyup bana uzatıyor. “Hadi al bakalım, evdekilere de götürürsün” diyor. Suratında mağrur bir ifade var.

İşimi tamamlayınca (para üstünü falan alınca yani), abi arkamdan sesleniyor ve elimdeki poşeti işaret ederek “Bir şey takma kafana. Çok düşünmeyeceksin. Olmuyorsa olmuyor yani. Unutma ki insanı asıl mutlu eden şeyler, küçücük şeylerdir” diye bir şeyler söylüyor. “Ne ima etti lan şimdi bu?” diye düşünüp dik dik bakıyorum suratına kapıdan çıkarken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder