6 Nisan 2012 Cuma

Kutu Kola

Herkes evleniyor ya! Facebook’ta durmadan ilişki durumları değiştiriliyor falan, “o bununla evlendi; şunlar nişanlandı; ötekiler de sözlenecek, aileler tanıştı, dur bakalım olacak galiba, hayırlısı artık” tadında. Eskiden 15-16 yaşında evleniyormuş ya insanlar, bu duruma karşılık olarak çoğu kişinin dediği şey de “Ee artık zaman değişti, öyle evlenilmez hemen!” falan. Böyle bir şey duyunca sanki etrafındaki herkes 55 yaşında evlenecekmiş gibi düşünüyosun ama ilkokulda birbirinizin koluna kalem batırdığınız adamın çocuğu bile olduğunu görünce bir afallıyorsun tabii. “Galiba büyüdük” falan diyorsun.

Büyüdüğüne inanmak zor oluyor ama bazen. Yanında ağlarken, yaşadığı sorunu çözmek için bulduğu ve o an kendisine çok mantıklı gelen tek çözüm “Öğretmene şikayet” olan arkadaşının, büyüyüp de elektrik ve su faturalarını son ödeme tarihi geçmeden yatırması gerektiği gibi bir sorumluluk alabileceğine ya da daha da önemlisi evine ekmek götürmesi gerçeğiyle başa çıkabileceğine inanamayabiliyorsun. Çünkü daha dün yerden yüksek oynayıp dana gibi birbirinizin peşinden koşuyordunuz. Ne zaman büyüdünüz oğlum bu kadar! Ya da aynı yaş aralığında bulunduğunuz bir akraba evlenince de ilginç geliyor insana. Gün yapıyordu anneleriniz ve siz orada önünüze konan böreği zorla yerken, kafanızda çay içildikten sonra nasıl bir oyun oynamanız gerektiği fikrini netleştirmeye çalışıyordunuz.

Aslında evlilik falan çok uzun bir süreç değil mi? Önce birisini beğeneceksin, onunla sevgili olmaya çalışacaksın. Bu çaba içerisine girmişken, kendini süper göstereceksin ister istemez, karşı taraf da bunu yapacak, onun mükemmel taraflarının ne olduğunu dinleyeceksin, hiç kimse kötü değildir zaten. Kendinden ödün vereceksin. Verdiğin bu ödünlerin karşındaki insan tarafından anlamsızca kullanılmamasını dileyeceksin içinden. Alttan alacaksın. Naz çekeceksin. Tüm bunların karşılığında “Ya ben seni sevmiyorum ya, ne bileyim, bir şey hissetmiyorum yani” gibi bir cümle duymazsan, sevdiğiniz filmlerden, müziklerden, yemeklerden ortak bir şeyler bulup kendinizi birbiriniz için yaratılmış insanlar olduğunuza inandıracaksınız ve “Sevgili olmak için ne duruyoruz ki, bence olalım yani, hayır beklemeye gerek yok” gibi düşünceler eşliğinde adım atacaksınız bir şeylere. Birlikte zaman geçirdikçe de bir şeylere “adını koymak” gerekliliği hissedilecek eğer işler yolunda giderse. Söz kesilecek, nişan olacak. “Nişan bohçası hazırlamak” gibi bir fiil olduğunun farkına varacaksınız. İlginç akrabalarla tanışılacak, saatler süren geyiklere tahammül edilecek ve sonunda “Evet” diyip evleneceksiniz. Sonra da bu “Evet”i herkesin içinde göbek atmaya zorlanarak kutlayacaksın. (Bence bu işin en çirkin tarafı burası)

Bütün bunları düşününce tüm arkadaşlarıma hayret ediyorum. Ne zaman yaptınız bütün bunları? “Niye yaptınız?” diye sormayayım şimdi, ayıp olur ama ne bileyim daha kaç yaşındayız ki! Yani yaşımız “çok” boyutuna geldi mi? Gerçi bu yaşla ilgili muhabbeti geçen gün Mustafa’yla beraber yaptık ders çalışırken gecenin köründe. Facebook’ta check-in yapıp “Benim bu yaşta, bu saatte, burada ne işim var!” yazmıştım hatta o akşam. Biz de bunun üzerine “Valla ya evimizde olup ‘Hanım bi çay getir be’ demeliydik, çay içerken o gün televizyonda hangi dizi varsa onu seyretmeliydik ve çizgili pijamamızı giyip uyumalıydık saat 11’de” gibi laflar söyleyip şakalar, komiklikler yaptık kendimizce. Şaka maka 25 yaşımıza geldik ve millet hayatını yoluna koymuş sayılırken, ben daha yoklamalarda “Buradayım, evet, ben” falan diyorum, hatta bazen bunları İngilizce bile söylüyorum “Bu yaşımıza boş gelmedik, öğrendik bir şeyler” anlamı çıksın diye, ya da sınavda lazım olur diye okula giderken durmadan öğrenci kimliğimi kontrol ediyorum. (Obsesifliğim var, evet) Tabii bu yaşa kadar da “Ooo benim senin yaşındayken 4 tane torunum vardı” gibi abartılı cümleler duymaktan da geri kalmadık, sanki bünyede “her şeye geç kalmış” imajı uyandırılmak isteniyormuş gibi.

He gerçi içinde bulunduğum durumdan keyif almama gibi bir şey söz konusu mu? Çoğu zaman değil aslında. Yani hala birisi çıksa dese ki “Olum kola kutusu ezdik, hadi deli maç yapıcaz, koş” falan, hiç öyle “Çeyrek asırdır yaşıyorum, kola kutusu mu kalmış, gelin de yaşımıza uygun davranalım ve geleceğimizi nasıl ve kimlerle inşa edebiliriz, onu tartışalım” gibi laflar söylemem ve affedersiniz ama ayı gibi koşarım o kutunun peşinden. Kola kutusunun ezilince bir kenarından pırtlayan keskin köşesinin ayakkabımı çizmesine de hiç aldırmam, yine vermeye çalışırım falsoyu o metal yığınına, yine çoşarım gol olunca.

“Çocuk ruhluyum ben hehehe”anlamı da çıkmasın direkt olarak buradan aslında. Çoğu zaman en basit işleri yapmaktan kaçınacak kadar yorgun hissettiğim oluyor kendimi. En basiti, mesaj göndermek mesela. İnsana mesaj göndermek zor gelir mi? Evet, geliyor işte bazen. İlla cevap vermem gereken bir mesajsa da mesajı yazarken üşengeçlikten kelimeleri kısaltıp, işte sesli harfleri falan atıp, iyice ergen moduna bağlanmaktan korkuyorum. “hee tmm bn de glyrm ztn. hadi öpt grşrşz.” yazdığımı düşünsenize! Ya da “hiç ya npym işte, otryrm, sen npysn?” falan. Açıklamazsın da kimseye üşendim tuşlara basmaya diye. Bu da itiraf gibi oldu; kimse kişisel olarak üzerine alınmasın, kimseye gıcık olduğum falan yok ama evet, bazen üşenip mesajlara cevap vermediğim oluyor. Oh, söyledim de rahatladım! Hatta şunu da söyleyeyim yorgunluk ve üşengeçlik boyutum daha net anlaşılsın: Telefonumu şarj etmiyorum. Çünkü şarj aleti arayıp onu prize takmak zor geliyor. Nasıl bu moda girdiğimi anlatmayacağım ama burada. Sadece bazen mesaj gönderecek ya da telefonu şarj olsun diye prize takacak gücü o an için size verecek bir şeyleri ya da birilerini bulamıyorsunuz hayatınızda. Hepsi bu işte.

Evlilik muhabbetiyle girdim konuya, nerelere geldim! “Üşenmeden geyik bir yazı yazayım ben şimdi” diye düşünüp oturduğum bilgisayar başından böyle ciddi bir yazıyla kalkacağımı hiç beklememiştim oysa ki. Evlenen, evlenmek üzere olan, nişanlı, sözlü, sevgisili olan arkadaşlarıma mutluluklar dileyip tamamlayayım yazıyı ve kola kutusuyla maç yapma tekliflerini beklemeye başlayayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder