6 Nisan 2012 Cuma

Soğuk

Her gün aradım onu – ne yazık ki, başkaları gibi durmadan yeni şeylerle uğraşacak bir düzenim yok. Yani, demek istiyorum ki, bu kadını hiç olmazsa bir hafta filan aramayacak kadar küçük bir uğraşım olsaydı. Çünkü, efendim, anladı sonunda kendisinden başka ilgilenecek bir şeyim olmadığını.

Oğuz Atay – Korkuyu Beklerken


11:27 idi saat uyandığımda. Son günlerde uyku düzeni diye bir şey kalmadığı için bu saate kadar uyuyabilmeme şaşırmakla geçirdim birkaç saniyeyi. Bir gün gece 2’de yat, sabah 5’te kalk, diğer gün sabah 5’e kadar bekle, sonra 8’de uyan şeklinde garip bir yaşam formu geliştirdim ve bunları yaparken, sağlıktır, düzenli bir hayattır falan hiç aklıma getirmiyorum. Yataktan doğruldum, kahvaltı etmek istemedi canım, ölüyü diriltecek kadar koyu bir kahve yapmak ise o an için çok mantıklı geldi bana. Migren hafif hafif kapıyı çalıp misafir olacağını hissettirirken, bir hazırlık yapmamak kendisine karşı çok ayıp olurdu. Misafire ikram önemlidir çünkü bizim kültürümüzde. Kahveyi doldurduğum koca kupayı elime alıp odama geçtim yine. Perdeyi aralayıp kar yağıyor mu diye bir kontrol ettim. Amaçsız bir hareketti. Sonra kitaplığın önünden geçerken gözüme Oğuz Atay takıldı. Korkuyu Beklerken. Kaç kere okudum bu kitabı kimbilir. Yatağıma oturdum, rastgele bir sayfa açtım. “Geç kalmıştım. Burada paslanıp gidiyordum; hafızam paslanmaya başlamıştı bile. Yalnızlık, hafızayı zayıflatıyordu. Elbette! Kimseyle konuşmuyordum ki. Sonunda, bakkal çırağıyla konuştuklarım dışında her şeyi unutacaktım. Konuşmalıydım, bağırmalıydım, öğrenmeliydim.” yazıyordu önümde. Kendime duymadığım saygıyı Oğuz Atay’a duyuyorum.

Kahvemden bir yudum almaya çalıştım ama sıcaklığı ürküttü beni. Sıcakla işim olmuyor hiç. Zaten soğuk bir insanım, en azından çayı, kahveyi sıcakken içip ortalama bir hayat sürdürebilirdim belki. Sıcakken güzel olurmuş onları içmek, yoksa tadı kaçarmış, bir şeye benzemezmiş. O yüzden hemen içmek gerekirmiş. Böyle şeyler duyuyorum hep. “Çayını soğutmadan iç” var bir de mesela. Neyi soğutmuyorum ki! Acaba bir gün soğutmadan içebilecek miyim bunları? Daha iyi olabilecek miyim? Keyif alarak yapmak lazım tabii her şeyi. Buz gibi olunca bir anlamı yokmuş. Soğuyan şeyi tekrar ısıtmak da çok iyi bir çözüm değil zaten. Soğudu bir kere. Eski haline dönmesini bekleyemezsin ki. Ben bile soğuyunca bir şeyden, hevesim kırılınca falan, bir türlü eski halime dönemezken; bir kupa dolusu çayın, kahvenin tekrar ısındıktan sonra sana nasıl keyif vermesini bekleyebilirsin ki zaten? Saçma yani. Sıcakken içmeliyim bugün kahveyi o yüzden. Belki bir şeyler değişir, başkalarının aldığı keyif neymiş, onu görürüm.

Gözlerimi sımsıkı kapatıp sıcaklığa aldırmadan içtim kahveyi. Gözlerle ne alakası var halbuki bu durumun değil mi? Bir şey içiyorsun ama gözlerle tepki veriyorsun. Değişik bir şey. Hep aynı ortamı görmekten sıkılmış olan gözlerin farkındalık peşinde koşmasından kaynaklanıyordur belki bu durum. İşte sol tarafımda kitaplık var, önümde bilgisayar, karşı duvarda dolap ve sağ tarafımdaki duvarın en dibinde de pencere. Değişiklik olsun diye poster asmıştım duvara geçen gün ama onu da pek önemsemedim sonra. Değişikliklere hazır değilim herhalde. Her şey alıştığım gibi gitsin, yeni şeylerle uğraşacak bir düzenim yok. O yüzden kahveyi de soğuk içeyim yine. Yandım zaten içince onu da. Acı çekeceğime hiç tat almam daha iyi. Yine dalarım kitabıma, unuturum onu bir köşede. Ne zaman bana bir sürü şey düşündürecek olan bir cümle okuyup da kafamı kaldırdığımda görürsem kahveyi, o zaman içerim işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder