6 Nisan 2012 Cuma

Abarık Kahve Bağımlısı

“Uykum geldi, dur ben bi kahve içeyim”, “Başım mı ağrıyacak ne, kahve içeyim”, “Off çok yoruldum, kahve içmeliyim”, “Muhabbet falan, bi kahve iyi gider şimdi”, “Mutlu muyum ne, kahve yapayım”, “Ders anlatacağım, kahve içeyim”, “Ders dinleyeceğim, bir kahve alayım”, “Kahve içeyim”, “Kahve, evet”. Bunlar gibi bir sürü cümle kurarak her daim kendimi kahve içmeye razı etmek için çabalıyorum. Aslında artık öyle bir boyuta geldi ki bu kahve bağımlılığım, herhangi bir çabaya bile gerek kalmıyor çoğu zaman. Uyanıyorum, gözlerimi “plonk!” gibi bir efektle açıyorum ve aklıma gelen ilk şey kahve oluyor, gün boyunca da o kahve fikri bir türlü gidemiyor aklımdan.

Çocukken çok kandırılmaya çalışıldım; “Kahve zararlıdır”, “Kahve içemezsin sen, yaşın tutmaz”, “Bıyıkların çıkar, koca adam gibi olursun”, “Vallahi ölürsün onu içersen; bizim bir komşunun oğlu bir yudum içti kahveden anında ‘küt!’ diye gitti” gibi cümlelerle insanlar aramıza girdi hep kahveyle. “Yaşın tutmaz” olayı çok komik zaten; kahve lan alt tarafı, öyle nükleer bir reaksiyon gerçekleştirmiyor ki bünyede elektron kopsun, proton zıplasın da miden ışıma yapsın falan. Bu bahaneyi pek yemiyordum ama “Bıyıkların çıkar” lafı biraz korkutuyordu beni. Düşünsene; boyun daha 1.15 ama bıyıklısın. Ürkütücü bir görüntü. Bakkaldan traş bıçağı alıyorsun, iki günde bir girişiyorsun suratına koca adam gibi. Zaten dünyadaki en korkunç şey de koca adam tipli çocuktur bana göre. Ayrı bir korkutma potansiyeli var bu tiplerin. Sanki her an olay çıkaracak, evini dağıtacak, seni yerinden yurdundan edecekmiş gibi. Kısacık boyu var ama sana istediği her kötülüğü yapabilirmiş ve sana acıdığı için kılına dokunmuyormuş gibi. Benim tombulumsu bir suratım vardı küçükken, bu yüzden bıyıklı da olsam koca adam tipli gibi değil de hormonal bozukluğu olan bir ucube gibi gözükürdüm mesela. Bu bıyık gerçeği ve yaratık gibi gözükme korkusu yüzünden bir dönem kahve görünce koltuk ya da masa altına saklandığım da oldu “İstemiyorum bıyık, kahvenizi de istemiyorum, neyin peşindesiniz!” diyerek.

Bir yudum kahve içtiği için ölen çocuk yalanına da kimse inanmamı beklememeliydi mümkünse. Neydi ki bu postmodern bir intihar şekli mi! (Tabii o zamanlar bu durumu böyle entel dantel cümlelerle değil, daha sığ olacak şekilde “Ya bence ölmemiştir, öldüyse de kahve içeceği ana gelmiştir ölüm, başka bir şeyden olmuştur o yaa, kahveden değildir bence, biraz imkansız geliyor çünkü bana bu” gibi cümleler kurarak eleştiriyordum) Ya bir de bu nasıl psikopatça bir düşünce eseridir ki ufacık çocukları böyle korkutursunuz! Alt tarafı iki kaşık fazladan kahve atılacak diye ölüm falan te allam! Yazıktır, bırakın içsin işte. (Atarlı genç oldum bir anda)

Bir de kahveden keyif alma olayı var. En keyifli an ayaklarımı uzatıp Boğaz’a karşı içmek oluyor benim için. Evde olunca da bu keyif olayını başka şeylerin peşinde koşarak çıkarıyorum, sonuçta odandasın ve duvarlara bakıp çok da eğlenme ihtimalin yok. O yüzden kahve yapacağım zaman “Kahvemi nasıl hazırlasam acaba? Brezilya kahvesi mi yapsam filtre kahve mi yoksa Kenya kahvesine mi bir şans versem ne yapsam?” gibi otantik düşünceler beliriyor kafamda. Bunların hayalini kurarak keyif almaya çalışıyorum işte çok önemli bir insanmışım da her gün bir kupa Brezilya kahvesi içmeden kendime gelemiyormuşum gibi davranıp. He yine gidip bildiğimiz nescafe yapıyorum, sade, şekersiz, acı bir şey.

Uykum da kaçmıyor bütün gün kahveye abandığım halde. Bir yerden sonra vücut bu abarıklığıma alıştı herhalde, herhangi bir tepki vermiyor. Bir de mutlu olunca daha da çok sarılıyorum kahveye. Son birkaç gündür farkındayım bunun da. Sonra yüz bulup veriyorum kendimi hep kahveye, yine kahveye. Şimdi yazıyı bitireyim, bir kahve yapayım, bir de şarkı açıp dinleyeyim:
Ben her zaman böyle, ben böyle vesaireeeee…

http://www.youtube.com/watch?v=PtSrIsg7ALk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder