21 Kasım 2010 Pazar

Ay Dede

“Yasak o abicim!” diyor yüzüme bakarak. Aklıma gelen ilk cümleyi söylüyor ve idiot seviyesine iniyorum: yoo, öyle elimde kalmış.

Çayı masaya bırakıp koyduğu yasağın keyfiyle karizmatik bir şekilde ilerliyor. Çaya attığım şekerin çözünmesini izlerken (evet burada kimyager ruhum devreye giriyor) bir adet simidin yasaklanmak için ne yapmış olması gerektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar yüzüne bakmadığım, yemeyi sevmediğim simidin çayı getiren abiden de bir darbe yemesi çantama sıkıştırdığım üzeri susam kaplı yuvarlak yiyecek için üzülmeme neden oluyor. Simidi teselli edecek birkaç söz arıyorum. Tam o sırada çaycı abiyle göz göze geliyorum. “Simitle konuştuğumu görürse kızabilir” diye düşünüyorum, gözümü Boğaz’a çeviriyorum. Simidi kendi derdiyle baş başa bırakıyorum.

“Denize sıfır” yakıştırması yapılan bir cafedeyim. Dalgaların kıyıya vurup kendilerini birkaç su damlasına indirgeyerek yüzüme çarptığını fark ediyorum. Kasım ayının sonlarına doğru yaklaşmamıza rağmen üzerimde bir gömlek ve bir tişört var. Tişört bana bu durumla ilgili bir yorum yapmamı emrediyormuş gibi sert sert bakıyor. “Küresel ısınma tabii, mevsimler birbirine girdi.” şeklinde yaptığım yorum masanın hemen altında duran kedinin bile yapabileceği sığlıkta. Tam çayı içerken telefonumun çaldığını duyuyorum. Çok meşgul bir iş adamı gibi bardağı elimden fırlatmak ve gelen aramayı anında cevaplamak istiyorum. Telefona ulaşmak için yaptığım hareketler de bu düşüncenin bir göstergesi. Ellerim birbirine dolanıyor ve aynı zamanda çantamın fermuarını açmaya çalışıyor. Kalp de ortama gerilim katmak için hızlı hızlı çarpıyor. Boğaz’dan Jaws çıkacakmış gibi hissediyorum. Ama karşıma umduğum kişi değil çıka çıka mekanik bir ses çıkıyor ve bana Avea’nın çok özel bir kampanyası olduğunu söylemek için aradığını belirtiyor. (Çok özel kampanyalar millet olarak dayanamadığımız ve hemen bir parçası olmak istediğimiz türlü dalaverelerdir.) Telefondaki ses kampanyaya katılmak isteyip istemediğimi soruyor ama bu sesi duyduğumda kampanyanın ne olduğunu dinlemediğimi fark ediyorum. Birkaç saniye sessizce duruyoruz. İki sevgiliden birisinin “Ben ayrılmak istiyorum.” dediği anda yaşanılan sessizliği andırıyor bu durum. Korkuyorum. “Tekrar dinlemek istiyorsanız 2’ye basın” diyor ses. “Tekrar dinlemek istemiyorsam kaça basmalıyım?” diyen iç ses espri yapacak havada olmadığımın en basit göstergesi. Telefonu kapatıyorum.

Telefonda geçirdiğim süre boyunca hava da kararmaya yüz tutmuş. “Ay dede çıkmış” diye bir cümle kuruyorum. 1987 doğumlu bir insanın hala “Ay dede” tabirini kullanmasının savunulacak bir tarafı yok. Yaptığım çocukluğu yüzüme vurmak istercesine ay ışığı denize vurmaya başlıyor. İstemsiz bir şekilde yanımdaki sandalyeye bakıyorum. Boş. O sırada yanıma yaklaşan biri sandalyenin boş olup olmadığını soruyor, boşsa alabileceği söylüyor. Üçüncü sınıf bir komedi filmine yakışır bir cevap arıyorum. Bulamıyorum. Sandalyeyi alması kafamı “alabilirsiniz” anlamında salladığımın göstergesi.

Havanın kararmasını fırsat bilip elimi çantama atıyorum. Karanlıktan faydalanarak az önce kalbi kırılan simide sevgi gösterisinde bulunuyorum. Ayımsı parçalar değil, minicik yudumlar alarak simidi yemeye başlıyorum. “Engelleri yık, yasaklara karşı gel!” diye bir felsefe uydurup, bu düşünceyi uyguladığım için saçma bir mutluluk sarıyor her yanımı. Daha ne kadar sığ olabilirim diye merak ediyorum.

Elinde tepsiyle yaklaşan abiyi görünce çayımın bitmiş olduğunu fark ediyorum. Elimi kaldırıyorum, isteğimi anlıyor. Elim telefona gidiyor ve ne yapacağımı bilemediğim zamanlarda elimin hep aynı şeyi yaptığını fark ediyorum. Saatin kaç olduğunu bakıyormuş gibi yapıp aslında mesaj gelip gelmediğini kontrol ediyorum. Tabii ki gelmemiş. “Bence bir mesaja cevap verilmeli” diye düşünüyorum. Çok düşünceli bir hal takınmış olmalıyım ki çayı getiren abi ortama neşe katmak amacıyla “Ay dede de çıktı” diyor. “Te allam koca adam olmuş” diyorum “hala Ay dede diyor…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder