13 Kasım 2010 Cumartesi

telefon

telefonum açıkken hiç gelmeyen mesajların, telefonu kapattığım çok kısa bir süre içinde gelmesi “bundan sonra telefonumu hiç açmasam mı?” diye düşünmeme neden oldu. ama telefonu açmazsam gelen mesajları da okuyamazdım. bu saçma fikirden vazgeçerek gelen mesajlara cevap vermeye koyuldum..

cep telefonlarının sağ kolumuz olduğu zamanlardayız. eğer kişi solaksa, sol kol görevini de üstlenebiliyorlar. mesela benim sol kolumdur telefonum. sol kolumun üstüne yatmaya da çekinirim ki tuş kilidi açık kalmışsa yanlışlıkla birini aramayayım diye.

belediyemizin bize hediye ettiği, üstün teknoloji ürünü olduğu çeşitli ilanlarla belirtilen elektronik kartı turuncu akbil aletine doğru yaklaştırdım. kart, makineye temas etmeden öttü. “demek ki illa temas etmesi gerekmiyomuş, cidden akıllıymış” diye düşünüp, bu karta sahip olduğum için kendimi mutlu hissettim. zor durumda kaldığımda, dertlere boğulduğumda bana akıl verebilirdi. ama bundan sonra otobüse her bindiğimde “kartı makineye ne kadar yaklaştırırsam öter acaba?” diye düşünmekten korktum. “amaaan olmadı danamsı bi şekilde yapıştırırım kartı makineye” diyip sıyrıldım bu düşünceden.

stratejik önemi olan koltukların hepsi doluydu. bu koltuklarda oturan insanların ayaktakilere yer vermemek için uyuyor taklidi yapmasına gerek yoktu. diğer koltuklarda oturanlar tepelerinde dikilen insanlar yüzünden dışarıya doğru hüzünlü hüzünlü bakma hastalığına yakalanmış gibi görünmek zorundalardı. böyle bi durumda, ayakta duran insanın acıma mekanizması devreye girecek, iç ses “çocuk/kız zaten dertli, bi de ayakta beklemesin” diyecekti ve yerinden kalkmama misyonu tamamlanacaktı. bu misyon uğruna kitap okuma alışkanlığı olmayan insanlar kişisel kütüphane sahibi oldular bu memlekette.

oturduğum koltuğun cezbedici herhangi bir yanı yoktu. camdan, manzarayı görebilmek için ya kafamı aşağı doğru eğmem ya da yukarı kaldırmam gerekiyodu. kulağıma kulaklıkları takıp, çalan şarkıya kafamla tempo tutuyomuş gibi yaparak dışarıyı seyredebilirdim. beynim idiotça fikirler üretiyodu.

telefonu elime aldım. gönderdiğim mesajlara cevap gelmeye başlamıştı. büyük bir özenle hepsine cevap vermeye başladım. sonra tekrar cevap geldi. tekrar cevap verdim. “dur artık arıyım” dedim ama arayınca da ulaşamadım. ulaşamadığı insana telefonu kapattıktan hemen sonra mesaj göndermek yeni çağın getirdiği hastalıklardan biridir. teknolojiyi sonuna kadar kullanma çabasıdır. “telefonuna bak” şeklinde atılan mesaj telaşlı insanoğlunun teknolojiye ayak uydurmasında yaşadığı güçlüğe örnek verilebilir. telefonunun çaldığını duymayan kişinin o mesajı görebileceği umudunu taşıyan insanlardır yukarda bahsi geçenler ve tam olarak yukarda bahsettiğim insan modeline uyduğumu telefonun “gönder” tuşuna bastığımda anladım ben de. “telefonuna bak” yazmış ve utanmadan bunu göndermiştim. bu utancı kaldıramayacağımı düşündüm ve telefonu kapattım. “telefon kapalı olunca daha çok mesaj geliyo” diye avuttum kendimi sığ bir şekilde.

bir süre sonra telefonu açtığımda mesaj gelmemişti. tekrar kapattım. açtığımda yine yoktu. 22 saattir telefonu açıp kapatıyorum. telefon sinirleniyor, “te allam yaa!!” diyor.. “affet beni” diyorum telefona, “ama seni kapatınca mesaj geliyor ve gelen mesajı okumam için seni açmam lazım…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder