19 Kasım 2010 Cuma

kahverengi kahve

“off bu ne yaa!!”

Elindeki kahve fincanının içine diktiği gözleri, böyle bir tepki vermesine neden olmuştu. “için kararmış” dedi. “kahve kahverengi ya ondan öyle gözüküyordur” şeklinde kurduğum cümle o an için çok mantıklı gelmişti. Hem “içimin kara olmadığı, kahve koyu bir renkte olduğu için öyle gözüktüğü” izlemini vermiş olacaktım hem de çok önemli bir keşif yapmış gibi gözükecektim. Bunları düşünürken etraftan duyduğum kahkahalar beni kendime getirdi. o renge ismini zaten kahve vermişti.

Telvenin (telve kelimesi bana hep Yıldız Tilbe’yi hatırlatmıştır, neden böyle olduğu hakkında bir fikrim yok) girdiği garip şekillerin hayatım adına olumlu yorumlanmasını bekliyordum. Bir insanın umutlarını kahverengi tortulara bırakması aslında neresinden bakarsanız bakın büyük bir aymazlık örneği. Ama o an onları düşünecek durumda değildim ve merakıma yenik düşerek aymazlık boyutuna geçtim. Artık ben de bir aymazdım. “aymaz diye bir sıfat var mı acaba?” diye düşündüm. “aymaz erdem” dedim. Kulağa hoş gelmiyordu.

Odada bulunan 4 kişi gözlerini fincana dikmiş, nefes bile almıyordu. Bakılan fincan benim fincanım olmasaydı kahkahayı patlatırdım. 4 insanın kafasını küçücük bir fincana sokmaya çalışması çok amaçsız bir işti. Amaçsız işlerin arada beni güldürdüğü olur. Örneğin otobüs son durağa yaklaşırken yerinden kalkarak inmek için düğmeye basan amcaların yaptığı gibi. Son durağa geldiğinde kapıları açmayarak “muhaha kalın ulan otobüste pis fakirler!” diyen bir şoföre henüz denk gelmedim mesela. Korkma amca açacaklar kapıyı, zahmet edip kalkma ayağa.

Fal bakma süresince benle ilgili olan tek cümlenin “için kararmış” olması çok sinir bozucuydu. Benden başka herkes falıma üşüşmüş, telvede yerini almıştı. “sizin karşınızdaki bakkalın vergi borcu mu var?” sözünü duyduğumda fincanı elinden çekip aldım ve “yeter artık!” dedim. Bir fincan kahveyi bana bir sıkıntısı anlatmak isteyen zayıf ve uzun boylu arkadaş için, kendisini teslim etmemi bekleyen belge için (ne belgesi olduğu ve nereye teslim edilmeyi umduğu hakkında bir bilgim yok) içmemiştim. Ayrıca bakkalın vergi borcunun olup olmaması da umrumda değildi. Hem geçen gün bayat ekmek vermişti. Ne hali varsa görsündü!

“Ne bu yaa!” dedim. “Bu falın bir amacı vardı, herkesi sayıyorsun, O’nun hakkında neden bir şey demiyorsun?” diyerek üzgün bir hal takınmaya çalıştım. Nazlı bir insan olmuştum bir anda. “Ver yıkıyım şunu, görmek istemiyorum telve falan” diye ekledim. Naz modundan sinir moduna geçmiştim. Fincanı yıkarken gözümün önüne Yıldız Tilbe geldi. Garip hareketler yapıyor, elini kolunu sallaya sallaya telvenin içinde gidip geliyordu. “Te allam yaa” diye sitemde bulundum, gözlerimi kapadım. Gözlerimi açtığımda yıkama işlemi bitmişti, “ben biraz dışarı çıkacağım” dedim. Başına buyruk bir Amerikan genci olmuştum ve aklıma gelen en şımarıkça cümleyi kapıyı kapatmadan önce söyledim: İstemiyorum bir daha fal falan!

Fala bağladığım umutlarım boş çıkmıştı. Kafamı toplamam, radikal kararlar almam gerekiyordu. Ama gaza gelmiş halim yaklaşık 75 saniye sürdü. Geldiğim gazın sonucunda aklıma gelen ilk düşüncenin çikolata almak gibi basit bir düşünce olması beni biraz üzdü. Durumun daha da basite ineceği aklıma gelmezdi: Kinder Surprise mi yoksa Milka Milkinis mi almalıydım? Cevabım belliydi.

Eve geri döndüm. Kinder Surprise’den çıkan kahverengi arabayla sevinçle oynamaya başladım. Kahverengi gözüme batmaya başlamıştı. “Neden kahve yapmıyorsunuz?” dedim, “Fal bakarız…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder