6 Mart 2013 Çarşamba

Ee Ölmüşsün Sen

Geçen gün “Halı saha maçı yapalım şirketçe” dediler, ben de “Aa gelirim ben” diye atladım. Öyle bir atladım ki hem de, sanki yıllardır böyle bir teklif bekliyormuşum da artık beklemek canıma tak etmiş, tam beklemekten ölmek üzereymişim de son nefesime yetişmişler ve beni kurtarmışlar gibi. Tamam, hadi, “Oynarım” falan dedim ama sonra şunu fark ettim, ben bildiğin yıllardır topa ayağımı sürmedim. Anca küçük bir çocuğun oynadığını görünce, topu elime alıp sevdim falan. Yaklaşık son 8 senedir durum böyleydi yani. Yani kondisyon namına bir şey kalmadığından eminim. Zaten sol dizimde de menisküs sıkıntısı var, sanki çok atletik bir bireymişim gibi, dizimi sakatlamışım, artık nasıl olduysa. Bir de onun korkusu sardı, “Daha beter olursa!” diye. Bir kere de “Oynarız yeaa” falan dedim, geri dönüşü de kendime yakıştıramıyorum, “Karakterime uygun değil zannımca” diye çıkarımlar yapıyorum. İşte böyle basit bir olayı bile bu kadar büyütebilecek bir beynim var. Hâlbuki karar almadan önce birazcık düşünse, hemen öyle atlamasa, hem kendi yorulmayacak, hem de beni anlamsız dertlere salmayacak.

Neyse, maçın oynanacağı günün bir akşam öncesinde formamı, ayakkabıları falan hazırladım, spor çantamı da bazanın altından çıkardım. Artık ne zamandan beri kullanmıyorsam, çantanın fermuarı hareket etmesi gerektiğini unutmuş. Çekiyorum, çekiyorum, bir milimetre bile oynamıyor yerinden. İşte böyle durumlarda, kimyagerliğimi kullanarak “Oraya bir damla bilmem ne çözeltisi damlatacaksın, kaymak olur o, kaymak” diyebilmeyi çok istiyorum. Fakat böyle bir meziyetim yok ne yazık ki. Kimyasal adı vererek çözebileceğim tek sorun, yemeğin tuzu eksikse, “Azıcık bir NaCl atacaksın ona, mis gibi olur” diyerek insanların yemeğin tadından bir şey anlamamasını engelleyebilmek. Bunları düşünürken, fermuar yerinde durmaya devam ediyor. Kendimce fikirler oluşturmaya çalışıyorum ama bulabildiğim mantıklı bir çözümüm yok. Laptop çantasıyla da maça gitmek olmaz, komik yani. “Ulan ne yapsam ne etsem” derken, aklıma birden çanta üzerinde küçücük bir delik açmak ve o delikten kıyafetleri sokmak geliyor. Çapulcu gibiyim bazen, evet. Allah, insanlara doğru düzgün fikirler üretip, hayatlarını kolaylaştırabilsinler diye akıl vermiş, ben daha beter kendimi zorlayıcı şeyler bulmak için kullanıyorum o aklı. Bir yerlerde bir şeyleri yanlış anlamışım kesin. Doğumda falan mı bir sıkıntı oldu, tüm organlar dışarı çıktı da beynim annemde mi kaldı, bilemiyorum. Böyle böyle kendime saydırırken, bir yandan da sinirlendiğim için bilinçsiz olarak çantanın tutmaçlarının olduğu yerde bir delik açmışım. Artık ne kadar sinirlendiysem, kumaşı deldim. Delikten formayı sokmaya uğraştım, forma iyice anneanne tülbenti gibi oldu, kırış kırış. Anneme gittim, “Anne ya forma ütülenir mi? Yani öyle bir teknoloji var mı?” diye sordum, eğer böyle bir teknoloji mevcutsa, sıkışan fermuarları açmak için de bir şeyler düşünmüş olmalıydı bilim adamları. Böylece bir taşla iki kuş vuracak, hem jilet gibi bir forma sahibi olacak, hem de fermuarı açtırmak için annemi kullanacaktım. Çıkarcı bir birey de değilim hâlbuki nereden geldiyse aklıma böyle fikirler.

Annem fermuarı açınca, “Ee yırtılmış bu çanta! Dışarı çıkılmaz böyle, ayıp!” falan dedi, ben de “Aa bakayım bi ne olmuş ya?” diyerek çantayı elinden kapıp odama koştum. Artık orayı dikip, bir çözüm bulacaktım. Bu işleri hallettikten sonra kendimi maça psikolojik olarak hazırlamak için gaz verici şarkılar açıp odamda oraya buraya zıplamaya başladım. Sonra kafamdan hayali bir top uydurarak yine hayallerimden ibaret olan ve karşımda bütün heybetiyle bekleyen kaleye inanılmaz goller attım. “Hep gol atacak değilim, biraz da kaçıralım” diye düşünerek kendimi her türlü duruma psikolojik olarak hazırlamak için birkaç şutumu da auta yollayıp biraz hayıflandım ve hayali takım arkadaşlarımdan özür dileyerek bundan sonra daha iyi olacağıma dair söz verdim. Evet, artık maça hazırdım.

Halı sahaya ilk adımımı atar atmaz oraya buraya koşmaya başladım. Maça ısınmak dedikleri şey böyle başlamalıydı sanırım. Bir ara abarttığımı fark edip azıcık da açma germe hareketleri yapma kararı aldım. Çünkü öyle bir koşuyordum ki, “Erdem, odanı yerinden söküp götürüyorlar” deseler, “Bırakın lan!” diye bağırarak bu kadar koşmazdım. Yeterince gerildiğimi hissedince de topla çalışma programını benimsedim. İlk şutum çok kötüydü, kaleye yetişemeden nefesi kesildi, sahanın ortasında bir yerde durdu. Bir dahaki sefere topa “zıbam” diye vuracak ve ağları delecektim. Fakat o da olmadı, gitti, direğe çarptı. Olsun, adım adım ilerlemeliydim. Hemen gol olsaydı, “Ne oldum delisi” olabilirdim belki. Ne bileyim. Bazen gaza geliyorum işte.

Sonra takım kadroları açıklandı. Patronun iki oğluyla aynı takımdaydım. Hadi birisi benden küçüktü, adıyla seslenirdim ama diğeri biraz sıkıntı yaratacak gibiydi. Ulan şimdi adını söylesen, olmaz. “Bey” desen, “Zeki Bey, boşum şu anda, müsaidim, pas verebilirsiniz uygun görürseniz” falan, sallasan bir şeyler, bu kadar kibarlık yapana kadar topu kaptırıp gol yeriz. “Zeki abi, at abi, boşuuuum” falan diye bağırsam, o da olmayacak. Adam zaten her gün gelip “Nasılsın kardeşim?” diye soruyor bana, bir de ben “abi” dersem, aramızda ciddi bir akrabalık bağı oluşacak gibi hissettim birden, maçı, topu bırakıp “Abi, abicim!” diye ona koşmaktan korktum. “Pişt, sarı formalı, at buraya” ifadesi de inanılmaz kaba. Şirketçe kaynaşalım derken, olayı tamamen yanlış anlamışım gibi işimden olurdum. “Neyse, bir şey demeyeyim, kendisi pas atarsa, atar, atmazsa da içimden tepki gösteririm, içimden kızarım” diye bir karar aldım.

Maça hızlı başladım ve tam 8 dakika boyunca it gibi koştum. Gaza gelen yapım hemen devreye girdi ve “Bu 8 dakikayı atlattın ya, artık bir şey olmaz” diye ipe sapa gelmez bir çıkarım yaptı. Sanki 8 dakika bir halı saha maçında eşik değeriydi ve bu 8 dakikayı başarıyla tamamlayan oyuncular, maç isterse 93 saat sürsün, yine de yorulmak nedir bilmiyorlardı. Gaza gelince de ayaklarıma bir kuvvet geldi zannettim ve sahanın içinde anlamsız koşular yapmaya başladım. Artık maçı bırakmış ve kişisel tatmin için saha içinde, topla alakamın olmadığı yerlerde mal mal koşuyordum. Bu gaz da 3 dakika sürdü ve rakip ceza sahasının 3 metre gerisinde dalağımı bıraktım.

Geriye kalan 49 dakikada yaptığım tek olumlu hareket vücudumdaki bütün enerji taneciklerini toplayıp yaratana da sığınarak yaptığım vuruş oldu. Onda da top direkten döndü.

Maç bitince de “Yaşlanmışız artık” diye bir çıkarım yapıp sessiz sedasız evin yolunu tuttum. Teselli edenim yoktu. Olsaydı iyi olurdu belki. Buna üzülürken de uyuyakalmışım zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder