29 Mart 2013 Cuma

Güvensiz

Henüz doğru düzgün uyanamamışken, yani ayakta uyumanın nasıl bir şey olduğunu kendi kendime göstermeye çalışıp çeşitli deneysel çalışmalar içindeyken, bir kıvırcık saç konusu açılıyor ofiste. Kıvırcık saç, herkesin çocukken sahip olduğu ama bir şekilde büyüdükçe düzleşen saç tipine verilen ad. Saçının düzleştiğini kabullenemeyen insanlar da genellikle “Aslında benim saçlarım kıvırcık ama düz duruyorlar” şeklinde bir argüman kullanıyorlar. Kıvırcık saç, nedense çok istenen bir şey. Sanki ben de böyle bir konunun açılmasını bekliyormuş, uykulu halimden kurtulmanın tek yolu, kıvırcık saç ve onun üzerine yapılan yorumları dinlemek ve hatta yeni fikirler ortaya sunmakmış gibi, birden şu tepkiyi veriyorum:

- Kıvırcık saçın nasıl öyle durduğunu biliyor musunuz?

İnsanoğlu olarak kendimiz hakkında ilginç imajlar uyandırmak istediğimiz zaman, sorduğumuz sorulara cevap verilmesini beklemeyiz, sahip olduğumuz bilgileri hemen ortaya sererek karşımızdaki insanların bize hayranlık dolu gözlerle bakmasını isteriz içten içe. Söyleyeceğimiz şey ne kadar saçma olursa olsun, sanki o an, dünyanın bugüne kadar asla keşfedilmemiş bilgilerini sadece kendimizin bildiğini, bunları paylaşmazsak, diğer insanların cahillikten ölecek duruma geldiğini falan zannederiz. Ben de o soruyu sorunca, birden bu moda girdim, kabul ediyorum ve soruma yanıt gelmeden bilgiyi ortaya döktüm:

- Saçların arasında sülfür bağları var, o bağlar sayesinde saçlar birbirine yakın durup kıvırcık görüntüsü oluşturuyor. Mesela yıkandığımız zaman, ısıdan dolayı o bağlar kopuyor ve saçlar düzleşiyor.

Bu cümleleri kurduktan sonra insanların yüzlerine baktım ve yeterince bir hayret ifadesi oluşturduğuma kendimi inandırdım. Amacıma ulaşmıştım ve keyfime diyecek yoktu. Sonra beklemediğim bir tepki geldi:

- Uydurmuyorsun değil mi Erdem?

Bu tepki de son zamanlarda en çok aldığım tepkilerden biri. Ne zaman bir cümle kursam, insanların kafasını daha çok karıştırıyormuşum gibi davranıyorlar bana. Artık zamanın birinde şaka yapma maksadıyla bir şeyler söylemişim demek ki, insanlar da buna inanmış ve sonunda ben de “mdfsgkpmsdfpgn şaka yapmıştım zuhahaha nasıl kandırdım sizi! Salak mısınız ya jfeoıgnegn” gibi tepkiler vermişim galiba. Buna çok içerleyen insanlar da artık ben ne desem çok büyük şüphe duyuyorlar benim hakkımda.

Geçen gün Cansu’yu kandırdım böyle. Yazık, kız işe yeni başlamış ama izin alması gerekti, izin formunu da iznini kullandıktan sonra teslim etti. Ben de “İzin formunu geç teslim ettiğin için savunma talep formu doldurman gerekiyor bir de, sanırım disiplin komitesine sevk edileceksin” dedim. Maksat eğlence işte. Hatta olaya inandırıcılık katmak için savunma talep formunun çıktısını aldım, “Şuraları doldurman gerekiyor” diye gösterdim. Ama benim yapacağım sululuk da bir yere kadar tabii. Çıktıyı, kullanılmış kâğıda yazdırınca, bütün o resmi havası dağıldı olayın. Zekâm belli bir yere kadar çalışıp yarı yolda bırakıyor beni çoğu zaman. Hatta Cansu da uyandı işe bu saçmalığı görünce, “Ee müsveddeye çıktı aldın, resmi değil mi bu kağıt?” falan dedi. O sırada başka biri yetişti imdadıma, “Yok biz onu taratıp gönderiyoruz, elektronik ortamda teslim ediliyor, önemli değil kağıdın arkasında ne olduğu” dedi ama bunları söylerken ben idiot gibi “ehehe mehehe” diye gülünce bütün organizasyon boşa gitti.

Artık bu olaydan sonra Cansu’ya çok ciddi bir şey de söylesem, mesela “Bak bunu böyle eklersen siyanür gazı çıkar, hepimiz ölürüz valla” tadında bir şeyler gevelesem de inanmıyor. “Bak yemin ederim öyle olur, Allah belamı versin ki!” desem de inanacak bir ifade yok suratında. Ne ara böyle insanlarda sıfır güven uyandıran biri haline döndüm, anlayamıyorum da. Artık ne kadar şebek bir yapım varsa demek ki.

Küçükken saçma sapan bir şey okumuştum, işte adamın biri herkesi kandırıyor “Evim yanıyor” diye, sonra millet gidip bakıyor, yanan bir şey yok ve adam saçma kahkahalar atıp milletle dalga geçiyor falan. Bunu birkaç kez tekrarlıyor, herkesle her seferinde dalga geçiyor ve sonunda bir gün gerçekten evi yanıyor ve kimse yardıma gelmiyor. Bunu okuyunca, kıssadan hisse muhabbetinin niye bu kadar zorlandığını anlamamıştım. Zaten hikâyenin sonu başından belli, “Yalan söylemeyin, şaka yapmayın, azıcık ciddi olun, adam olun lan!” gibi bir şeyler söylemek istiyor. O zamanlar bu adam hakkında “Ulan nasıl bir zekâdan yoksun olma durumudur bu! Bu kadar mı işsizsin de böyle şeylerle uğraşıyorsun, kaç yaşında adamsın kim bilir! Git, tarlada falan çalış da vatana, millete hayrın dokunsun, köpek seni!” gibi cümleler kurmuştum, hikâyenin ne kadar zorlama ve saçma olduğunu göz ardı edip. Şimdi, bildiğin o adamın yerine ben geçtim. İki dakika eğlenelim diye yaptığım şakalar, komiklikler, evet, eğlence anlayışım bazen ilkokul seviyelerine düşebiliyor, resmen insanların gözünde beni karaktersiz, ağzından tek kelime doğru laf çıkmayan, pislik, iğrenç, güvenilmez bir birey yaptı sanırım.

Gerçi bu durumdan bile kendime bir pay çıkarmayı başarabiliyorum. Daha doğrusu başarabiliyordum. Çünkü ne zaman böyle şeyler yapıp, insanların bunlara ilk başta inandıklarını görünce, “Sanırım insanlarda oluşturduğum güven duygusu had safhada, ne desem inanıyorlar lan!” diye mutlu mutlu dolaşıyordum etrafta. Hatta bu hissi tekrar tekrar yaşamak için, gün içinde İrem’e durmadan mesaj gönderip, eve gidince de karşıma oturtturup “Mor ve Ötesi ölmüş. Tamamen, grup olarak, birden ölmüşler! Ne ilginç değil mi!” gibi cümleler kurup abartıyordum. Tabii bu cümleleri kurarken de bir yandan da düşünüyordum, “Artık buna da inanırsa höh yani! Kardeşimde mi bir anormallik var yoksa ben güven kavramının vücut bulmuş hali miyim? Ama yine de ben başarılıyım bence” diye. İrem’den de “Nasıl ölmüşler ya!” diye tepki gelince, anlıyordum ki ortaya bir şeyler sıkıp, insanların bunlara inanması konusunda gayet başarılı olabilirim. Tabii bu fikri desteklemek için de kuzenlerime, arkadaşlarıma “İETT otobüsleri iptal etmiş, artık her yere yürüyecekmişiz”, “Artık her evde bir adet baz istasyonu olmak zorundaymış, valla kanserden gideceğiz yaa”, “Facebook bir karar almış, ‘Ordan Burdan Şurdan’ isimli albümleri olanların hesaplarını dondurup polise teslim edecekmiş” şeklinde mesajlar atıp “Gerçekten mi? Saçmalama ya olur mu öyle şey! Olmaz bence ya! Olur mu cidden?” tepkilerini almaya çalışıyordum. (Bu arada Facebook’tan cidden böyle bir atılım bekliyorum) Bu konudaki en başarılı çalışmam da eski sevgilimi “Senin bilgisayarına bir sistem kurmuştum, sen internette nereye giriyorsan, ben kendi bilgisayarımda görüyorum, kimlerle mesajlaştığın, mesajlarda ne yazdığın falan hep belli oluyor” diye sıkıp, onu, buna inandırmam olmuştu.

Ama artık bu konuda bariz sıkıntılar yaşadığım belli. Geyik olsun diye yaptığım muhabbetler, iş açıyor başıma bildiğin. İnsanlarda bir belirsizlik ifadesi, “Ulan doğru mu acaba bu söylediği şey?” sorusu, inanmak istiyormuş ama inanırsa da sanki çok komik bir duruma düşecekmiş hissiyatı falan oluşmaya başladı. Hayır, artık şundan da korkuyorum, hayatımla ilgili çok önemli bir karar alsam, bunu başkasına açıklasam, direkt “Saçmalama!” tepkisi gelecek. Düşünsene aşktan ölüyorsun ve evlilik teklifi ediyorsun falan, “Yalandan yere ediyorsun bu teklifi, o yüzden kabul etmiyorum, gerizekalı seni, duygularımla niye oynuyorsun!” tepkisi geliyor. Ama şu an düşündüm de bence çok eğlenceli ya! Bildiğin geyik yapıyorum işte ve sanırım vazgeçemeyeceğim bundan. He unutmadan, bu yazıyı okuyanlar, eğer yazıyı 83 yerde paylaştıktan sonra 2 saat tek ayak üzerinde durmazsa, 7 gün içinde ölecekmiş. Yazıyı yazarken bilgisayarın sağ alt köşesinde öyle bir uyarı çıktı. Bilmiyorum, ne derece doğru. Ben söyleyeyim de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder