14 Mart 2013 Perşembe

Yeşil

Kafamdaki düşüncelere ve içimdeki isteğe hiç inanmadan yola çıktım. Başka zaman olsa koşarak yollara düşecek olan ben, bu sefer sanki evde ekmek bitmiş de bu eksikliği tamamlama görevi zorla bana verilmiş gibi oflayarak adımımı atmıştım asansörün kapısından. Zemin kata inecekken, ısrarla bulunduğum katın düğmesine basmamı ve bu yüzden kapısı kapanmayan ve bir türlü harekete geçmeyen asansöre saydırdığım lafları heyecana bağlamadım, olsa olsa kafam çok dağınıktı ve bu dağınıklık neredeyse bir aydır peşimi bırakmıyordu. Sanki tüm bunların asansörden inince geçebileceği gibi bir sanrıya kapılıp gülümsedim. Anlamsız şeylere gülmek son günlerde en sevdiğim hobim olmuştu ve karşımdaki insanlar çok ciddi bir konuda konuşuyor olsa bile sanki ağzım gülümsüyormuşum gibi bir şekle giriyor diye hissediyordum. Vücut, ihtiyaçları doğal yollardan karşılanmayınca, tüm bunları kendi kendine halletmeye çalışıyor sanırım.

Siteden dışarı çıktım. Hava iyice kararmıştı. Rüzgâr fena değildi. Bir an gideceğim yere gitmekten vazgeçip, “Saatlerce yürüsem mi?” diye düşündüm. Birkaç adım attıktan sonra otobüs göründü ileriden, bir şey olmayacağını bile bile binip gitmeye karar verdim. Boş boş yürüme fikri çok kısa bir süre için aklıma gelip anında kaybolmuştu. Bu aralar böyle oluyordu hep. Bir şey yapmaya çok heveslenip yaklaşık üç saniye içinde ondan vazgeçiyordum. Üzerinden biraz zaman geçtikten sonra da “Keşke yapsaydım” diye hayıflanıyor ya da “Ne yapacaktım ya ben?” diye durmadan düşünüyordum. Dikkat eksikliği sanırım bu. Beyindeki bir bölgenin işlevini tam olarak yerine getirememesiyle ilgili bir durum. Zamanında çok çalışmış olmalı ki, artık yorgun düşüp bütün dengesini alt üst ederek beni de uğraştırıyor. Evden çıkmam çok fazla vaktimi alıyor, çıkmadan önce bütün yarım işlerimi tamamlamaya çalışıyorum ama tamamlamak yerine hepsini daha küçük parçalara bölüyorum. Kafamda binlerce düşünce var bu yüzden. Yol boyunca da bunları düşünüp kulağımdaki müziğe odaklanamayacağım. Belki arada birkaç söz yakalayıp bir yerlere gönderirim.

Yine erken geldim. Yolu elimden geldiğince uzatmama hatta otobüsten inmem gereken durağın birkaç durak öncesinde inmeme rağmen yine erkenciyim. Zamanlama yönünden hep sıkıntı çekiyorum. En anlamsız zamanlarda mesaj gönderirim, bir şeyleri geç yaparım, birilerine erken giderim. Bunu bir ayarlamam lazım öncelikle. Boş bir duvar bulup sırtımı ona dayadım. Rahat geldi. Buna alışkın değildim. Fena değilmiş. Çok fazla insan geçip gidiyor önümden, kimi yalnız, kimileri en az iki kişiler. Bir turist geliyor yanıma. Küçük sarı minibüslere nereden binebileceğini soruyor. Önce başka bir yere gönderiyorum, tam yanımdan ayrılacaklarken, yaptığım hatanın farkına vararak “Sorry! Sorry! Sorry!” diyorum. Utandım çünkü. Ondan bu tekrarlamalarım. Teşekkür ediyor. Yine dayıyorum sırtımı bu sefer duvarın başka bir köşesine. Başka bir turist kız daha geliyor, hedef Yenibosna. Ben bile gitmem bu saatte oraya, sen ne yapacaksın? Teşekkür ettin bana, rica ederim.

Yağmur yağdığı için herkes koşarak ilerliyor, ben dakikalardır aynı yerdeyim. Jöle kafamdan akmaya başladı, iğrenç bir görüntü sergiliyor olma ihtimalim yüksek. Özenemedim de saçlarıma zaten bu sefer, belki de çoktan bozulmuşlardır. Bir abi geliyor yanıma, o da birisini bekliyor, belli halinden. Göz göze geliyoruz bir an. “Napalım!” der gibi bakıp, gülüyor. Kafamı eğip ben de gülümsüyorum. Bekleyelim bakalım.

Beşiktaş’ın maçının kaç kaç bittiğine bakmak için internete giriyorum. Maç sonucu çok da önemli değil aslında, sadece beklemek kısalır sandım telefonun ekranına bakarsam. Ama çok da bir şey fark etmedi. Zaten 0-0 bitmiş maç. Başladığı gibi biten bir şey daha.

“Merhaba, hoş geldin”. Başım ağrıyor. Niye bütün haftam migrenle geçti? Boş bir bonibon kutusu bulmalı, ilaçları ona doldururum. Sadece tek renkten oluşan küçük sevimli bonibonlar. Bir kahve içeyim ben, belki iyi gelir, sert olsun. “Evet, şekersiz içiyorum”. “Yok ya acı gelmiyor”. Yanımdaki tablo ne tablosuymuş ya? Karşıdaki masadaki çocuk da kızı sevmiyor galiba. Bir sonraki masada da bir aşk başlamakta sanki. Şu kadın çok dertli duruyor, sigarayı içişinden belli. “Efendim, anlamadım?”. “Hee, yok ya”. “Hep diyorlar bunu bana”. “Tamam, kalkalım”. “İyi misin bu arada?”. “Ee, hesabı alabilir miyiz?”.

Konser var, yetişelim oraya. Şarkıya başladılar bile. “Fark etmez, buraya oturalım”. Ne fark ediyor ki zaten benim için? Ortalama bir insanım galiba. Ne etliye karışırım, ne sütlüye. Bir fikir beyan et, “Yok, o olmaz, böyle olsun” de. Önceliklerimden biri de “Karşımdakinin dediği olsun, ben de bununla mutlu olayım” şeklindeki hastalıklı düşüncemi kökten kaldırmak olmalı. Yarından itibaren yapmaya başlayalım bunu. Bugün erken.

Bir yerlerden tanıdık geliyor bu melodiler. Kim bilir ne zaman dinledim de unuttum? Zaten çok fazla dinlemem de bu adamları. 1-2 şarkılarını bilirim anca. Zorlasam 3 olur ama 5 olmaz. Asal sayılar geldi birden aklıma, ne alakaysa! “Asal sayıları düşündüğüm için konuşmuyorum” desem şimdi? Bahane bulmakta üstüme yok. Fotoğraf mı çektirelim? İğrenç çıkacağım yine. Bakayım, evet, sapık gibi çıkmışım. Silin lütfen şu fotoğrafları. Olmaz mı?

Ne oldu şimdi? Ara mı verdiler? “Ne kadar süre sonra çıkıyorlar?”. Biramın da yarısından fazlasını içmişim. “Heh geldiler!”. “Aa bu şarkıyı ben de çok seviyorum. Hatta en çok bunu seviyorum.”

Bitti galiba konser. Çıkalım. “Taksiye bineceğim ben”. “Görüşürüz”.

Taksi durdu, indim sağ arka kapısından. Rüzgâr hala esiyor. Yağmur durmuş gibi. İçeri girip uyuyayım ben. Yarın ne yapacaktım? Heh, tamam. Şimdi uyku. Uyanınca bir şey değişmeyecek ama, bunu bil de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder