13 Mart 2013 Çarşamba

"Şuna Bir Kız Bul!" (Yalnızlığa Güzelleme)

Dün akşam servisin kalkmasını beklerken, hep beraber şirketin önünde muhabbet ediyoruz. Bu sırada “Olum şuna bir kız ayarla” diye bir cümle duyuyorum. Karşı taraftan da “32 sene okumuş, hala kız arkadaşı yok, ben daha ne yapabilirim buna!” diye bir tepki geliyor. Bana bakılarak konuşuluyor ama iç dünyamda hala bir kararsızlık yaşıyorum, burada bahsedilen kişinin ben olup olmadığımla ilgili. Dayanamayıp soruyorum: “Benim için mi diyorsunuz abi bunları?” Gelen cevap biraz sıkıntılı: “Hee, tabii senin için ya! O kadar okumuşsun, hala yalnızsın! Ben o kadar okusam, her okuldan birini bulurdum. Sen anca tek başına takıl!”

Evet, filmin koptuğu yer tam olarak burası işte. Ulan, tamam, yalnızız falan da bu kadar acımasız olmayın bari. “Eheehe” diye salak salak sırıtıyorum ama içimde hissettiğim şeyleri tarif edemem. Bu saçma ifadeyle konuyu kapatacağımı sanıyorum ama abi hınç dolu sanki bana karşı. Saydırıp duruyor. “Bir de takım elbise giymişsin, kravat takmışsın ama teksin işte, eve gidip oturursun işte anca!” Suratım düşüyor bildiğin. Artık ne kadar belli ettiysem bunu, çalışan ablalarımızdan biri konuya müdahale etme gereksinimi duyuyor: “Aa öyle demeyin! Şirketimizin medar-ı iftiharı o”.

Medar-ı iftihara bak! Bir kere bu işler öyle okumakla falan olmuyor. Bir kere burada bir anlaşalım. Yani belki oluyordur da, gelirsin 50 yaşına, bir kariyerin vardır, 48 yaşındaki biri de hayattan çok fazla beklentisi olmadığı için bunları göz önüne alabilir. Ama genel olarak baktığımızda, “Çok eğitimli, ne güzel!” diye birisinin beğenildiğini görmedim ben hiç. Öyle olsa, Stephen Hawking’in her sene, o yılın dünya güzeliyle birlikte olması, canı sıkıldığında ayrılması, affedersiniz ama tam bir piç gibi bir hayat yaşaması lazım. Ama öyle mi? Hayır. Adam oturduğu yerden bir şeyler yapıyor işte anca. Yanında da hiç kız görmedim.

Kendime dönersem… Bugüne kadar hiç kimse benle “Ayh inanmıyorum Erdem, kalsiyumun elektron dizilişini ne güzel yaptın ya! Şu an aşık oluyorum sana! Hatta oldum çoktan sanırım!” falan diyerek birlikte olmadı. Bir de bu işler tiple falan çok alakalı. Dün akşam baktım bir kendime, dedim ki “Kız olsam, cidden böyle bir tiple birlikte olmam. Allah belanı vermesin ya şu sıfata bak!”. Sonra bunları söyleyince biraz üzülüp daha da çirkinleştirdim suratımı, artık kendime bile dayanamayacağım bir hal alınca da aynanın önünden koşarak uzaklaştım. Yani “Aman Allah’ım inanılmaz yakışıklısın sen ya! Off!” diyen birisini de duymadım. İşte, “Çok iyisin sen ya, çok düzgün birisin, karakterin falan on numara, hatta evlenilir valla senle, bak valla evlenilir he! Ev işinden falan anlıyorsun, tam bir baba olursun, kesinlikle aldatmazsın da, oo daha ne!” falan dendi. İnsanoğlu beğenilmek isteyen bir canlı sonuçta, ev işinden anlıyorsun denilerek birlikte olunmayı isteyen bir yapımız yok. Yani en azından şu yaşlarımızdayken, çok da fazla olgunluk emaresi sergilemiyorken yani, böyle şeylere önem vermiyoruz. Adam yakışıklı mı? Kız güzel mi? Tamam, oldu bu iş.

Ya bir kere odunum ben. Tanımadığım insanların olduğu bir ortama girerken, kapıda koca bir tahta parçasına dönüşüyorum. Bildiğimiz gibi, kuru bir tahta da elektrik iletemediği için, herhangi bir etkileşime sebep olma gibi bir olayım yok. Ee durum böyle olunca da milletin gözünde kendini beğenmiş, kasıntı gibi imajlar oluşturmak kaçınılmaz oluyor. “Adam konuşmuyor bile, kendini ne zannediyorsa, tipe bak, te allam ya!” diye çok yorum yapılmıştır kesin benim hakkımda bu girdiğim hal yüzünden. Ama bunu isteyerek yapmıyorum aslında. Ağzımı açabilsem konuşacağım da, hatta perdelerimi kaldırdığımda kedi gibi bir insan oluyorum ama “Ulan ters bir şey söylersek, bütün imajı yıkarız şimdi, en iyisi susmak” diye düşündüğümden sessizlikle kardeş oluyorum. Sanki yıkılacak bir imaj varmış gibi ehehe. Tipi değiştirmek için de yapabileceğimiz bir şey yok. Allah böyle yaratmış, bunu uygun görmüş, annemden, babamdan böyle genler gelmiş, saygı duymak lazım. Yani şimdi gidip anneme babama, “Ne biçim geniniz var ya! Burnuma bakın!” falan diyemem. Ayıp denen bir şey var.

Yani işte malzeme bu. Kimyager olmanın da bana getirdiği düşüncelerden biri, eldeki malzemeleri kullanarak, en verimli şeyi üretmek oldu. En verimli şeyi üretebilmek için bu yaşıma kadar bekledim, “Bu sefer olur” dedim, olmadı ve henüz elimde bir şey yok. Belki de 32 sene değil, son nefesime kadar okumam gerekebilir, sihirli formülü bulabilmek için. Ben bulamazsam, belki gelip o beni bulur. Murat Menteş’in bir şiirinden alacağım şu dizeyle kendime bu kadar saydırdığım yazıyı da bitirelim artık:

Atomu yumrukla parçalayamam. Allah büyüktür, elbet bir kapı açar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder