5 Ocak 2011 Çarşamba

Bak Geldim İşte

Eylül’ün ilk günlerinden birinin gecesi. Balkonun camı açık. Hava zaten sıcak. Arkadaşımla konuşurken saatin 5’i geçtiğini fark ediyorum. Sağ olsun saatlerdir beni dinliyor. “Çok konuştum, git filmini seyret hadi” diyorum. “Anlatacak çok şey var ve konuştukça da bir yere varmıyor zaten, şöyle olsaydı, böyle olsaydı demenin bir anlamı yok” diyorum. “Peki” diyor. Kapatıyorum bilgisayarı. Ayağa kalkıyorum. Elim mp3 playera uzanıyor. Açık olan cama doğru ilerliyorum. Karanlığı izlemeye başlıyorum. Şarkı da başlamış ama ben biterken fark ediyorum bunu. “Görmüyor musun kabuk bağlamıyor kanattığın hiçbir yaran… Hiçbir zaman geri dönmüyor kaybettiğin onca insan… Saat 4 olmuş; arıyorsun çaresini hüznün, kederin... Acıdan başka dermanı yok ki boş vermiş bünyenin…” diyor şarkı kulağımda. Ses gittikçe azalıyor. Sonra sessizlik. “Saat 4’ü bile geçmiş, 5 olmuş” diyorum, sanki çok önemli bir sonuç elde etmiş gibi. “Yatıyım artık…”

Yatağıma doğru gidiyorum. Tek başımayım odada. Karanlığı hep sevdim zaten, hiçbir yerden ışık gelmemesi de rahatsız etmiyor beni. Telefonumu başucuma koyuyorum. Her an çalacakmış da geç açarsam olmazmış gibi. Gözlerimi kapatmaya hazırlanırken odanın içi aydınlanıyor birden. Işık telefondan geliyor. “Yok artık” diyorum. Herhangi birinden herhangi bir beklentim yok gecenin bu saatinde. “Gecenin bu saati olmasına da gerek yok aslında” diye bir düşünce beliriyor kafamda. Ama anlamsız düşüncelerle uğraşacak vaktim yok şu an. Şu an herhangi bir şeyle yüzleşmek istemiyorum. Telefona elim gidiyor. “Kim ki bu?” sorusu var kafamda. Ekrana bakıyorum. “Pil zayıf” diyor. Acıkınca ağlayan bebek gibi bir telefonum var. Şarjının azaldığını ışığını yakarak anlatmaya çalışıyor. Ölümcül bir hastanın dünyayı terk etmeden dünya turuna çıkması gibi bir şey telefonun yaptığı. Son enerjisini de buna harcıyor. Kızamıyorum telefona. Biri arasaydı ya da mesaj gelseydi haber verirdi bana çünkü. Kalkıyorum ayağa, şarja takıyorum telefonu. Yine yanıyor ışığı, “şarj oluyor” yazıyor ekranda. Bir de pil göstergesi var, dolduğunu belli etmek istiyor gibi garip şekillerle. Mutlu bir hali var. Mutlu bir telefonum var. Anlamsızca bakıyorum telefona, çoğu zaman yaptığım gibi. Cevap olarak ışığını söndürüyor. Oda yine karanlık. Odada sadece ben varım.

Uyumaya çalışırken milyonlarca düşünce geliyor aklıma. Birçok yüz var karşımda sanki. Birkaç gün sonra beş sene olacak, biliyorum. Eğilip içeriye doğru bakıyorum, içimdeki anlamsız umutla. Göremiyorum onu. Tekrar başımı yastığa koyuyorum. Tanıdıklarım arasında daha önce hiç görmediğim biri daha var. Önce kim olduğunu çıkarmaya çalışıyorum. Ama “tanıdık değil” demiştim. “Zaman var tanımaya” demek ki diyorum. Her şeyi zamana bırakıyorum. Zamana çok yükleniyorum. Boşa giden zamanlar da geliyor aklıma. Hepsi bir şeylerle, birileriyle eşleşiyor kafamda. Bazen gülümsüyorum, çoğu zaman da acı bir tebessüm var yüzümde. Hep gülüyor gibi gözüktüğümün farkındayım. “Karanlıkta kimse görmez nasılsa” diyorum.

Geçmişi bırakıp geleceğe odaklanıyorum. Albert Camus’nün “Herkes gibi ben de düşler kurarım bazı bazı.” cümlesi geliyor aklıma. Geçmişten umduğum şeyleri aklıma getiremediğim için hayal kurmayı tercih ediyorum. Herkes gibi tüm hayallerimi mutlu bir sona bağlıyorum. “Kendimizi mutlu etmek için mi hayal kurma gibi bir yeteneğimiz var acaba?” diye düşünüyorum. Hiç kimsenin “işte böyle böyle olsa ölürüm ne güzel” diye hayal kurduğunu sanmıyorum. “Hissettiğin mutsuzlukla kurduğun hayallerin miktarı arasında doğru bir orantı var mı acaba?” diye merak ediyorum. “Ya da kendini mutlu hissettiğin zaman hayal kurmaya da çok ihtiyacın olur mu?” sorusu takılıyor kafama. “Çok fazla hayal kurduğum için mutsuz olduğum zamanlar çok fazla o zaman” diye bir çıkarım yapıyorum. Canım sıkılıyor. Sabah olmak üzere. Bazı sabahlara çok sevinçli uyandığım oluyordu. Fakat bu sabah için herhangi bir beklentim yok. O yüzden olmasa da olur. Hem karanlığı severim ben. Hem daha uyumadım.

Ezan okunmaya başlıyor. Yatağımdan doğruluyorum. Gözlerim bir noktada sabitlenmiş durumda. Kim bilir orada ne görmeyi bekliyorum. Göremiyorum. “Hava karanlık ya ondandır” diye avutuyorum kendimi. Yoksa ben de biliyorum onun orada durduğunu. Havanın aydınlanmasını bekliyor sadece, bana görünmek için. Hava çok uzun zamandır karanlık. Onun da görünmek istediğini biliyorum. Öyle olduğuna inanıyorum.

Ezan bitiyor, tekrar yatıyorum. Saatleri çalmaya başlıyor bazı evlerin. “Uyuma vaktim geldi” diye yorumluyorum bunu. Kalktığımda hava aydınlanmış olacak diye söz veriyorum kendime. “Umarım” diye ekliyorum sonuna. Rüyamda onu görüyorum, yanımda daha önce hiç görmediğim o birisi de var, hani o zamana bıraktığım kişi. Onunla beraber gidiyoruz onun yanına. Elini öpüp, sımsıkı sarılıyorum ona. “Bak geldik işte” diyorum. “Hani ‘ben hiç göremem’ diyordun, ben de ‘olur mu öyle şey!’ diye kızıyordum sana, bak karşındayız işte” diyorum. Sevinçten ağlıyor. Ağlıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder