3 Ocak 2011 Pazartesi

O Kahveyi Dökmeyecektim

“Üşüdüm yaa” diyip yanımda duran küçük ısıtıcı gibimsi şeyi açtım. Sonra “iyi ki açtım, hava ne kadar soğudu yaa” diyip biraz önce aldığım karardan dolayı kendimi takdir ettim. Böylece soğuğa karşı koyabilecek, belki de hastalanmayacaktım. Biraz sonra titremeye başladığımı fark edince, küçük ısıtıcı gibimsi şeyi soğuk hava üflesin diye ayarladığımı fark ettim. Havanın soğukluğu yetmiyor, daha da fazla üşümek için anlamsız hareketler yapıyordum. “Yıl olmuş 2011, hala aynıyım” dedim ve kendime küstüm.

Sıcağı hiç sevmem, soğuk candır. Zaten soğuk bir insanım, sıcakla da işim olmaz asla. Yastığın yattığım tarafının ısınması hayatımda en nefret ettiğim şeydir ve yastığın bir tarafında yatma sürem en fazla bir dakikadır. Yastığı evirip çevirmekten uyuyamam. Yataktan kalkar, ayakta uyurum. İnsan uyuyunca dinlenir, ben bütün gece ayakta durduğum için daha fazla yorulurum ama yastıkla sinir savaşı yaşayacağıma ayaklarımın ağrımasını göze alırım. Hayat adına aldığım böyle garip kararlar vardır ve bunlardan ödün vermeyi asla sevmem.

Çok önemli olduğuna inandığım bir başka kararım ise Beşiktaş yenildiği zaman hayata küsmektir. Küçükken hem hayata küsüp hem de ağlıyordum falan ama kendimi dizginlemeyi öğrendim biraz da olsa. Şu an sadece hayata küserim, birkaç saat moralim bozulur. Bu süre içinde benle geçilen dalgaları da “ben mi yedim yaa golleri!” diye sığ bir şekilde savuşturmaya çalışırım. Ama içten içe de hırs yaparım, on bir numaralı formayı giyip rakip takıma ofsayttan da olsa gol atasım gelir. Bir zaman sonra da bu düşüncem geçer, önümüzdeki maçlara bakma kararı alırım.

Önümüzdeki maçlara bakma kararım da hayatımda edindiğim başlıca felsefelerdendir. Her konuda önümdeki maçlara bakarım. Sınavdan çıkarım, önümdeki maça bakarım; otobüs kaçar, önümdeki maça bakarım; televizyonu açar önümdeki maça bakarım. (Böyle ilkokul iki seviyesinde espri yaptıktan sonra bile önümdeki maçlara bakarım) Bu şekilde hep bir maç havam vardır ama gel gelelim ki çoğu yenilgiyle sonuçlanır. Herhangi bir şeye heveslenip de sonunda “ehe ehe” diye sevindiğim çok nadir görülür, genelde verdiğim tepkiler “tüh be bu sefer de olmadı” şeklinde olur ki beni hayata bağlayan da bu cümledir. İroninin kralını yaparım, kendimle ilgili dalga geçmeyeceğim şey yoktur. İşte bir diğer prensibim de budur. Olumsuz bir olay karşısında işi gırgıra vururum ki dışarıya bir şey yansıtmayayım. Her şeyi içimde yaşamak favorimdir. Bu şekilde konuşarak da gizemli bir hava yaratmaya çalışırım ama aldığım tepki “iyi at içine de sonra gör” olur. Neyi göreceğimi merak ederim. Hemen onu görmek isterim.

Kapının deliğinden bakıp kapının önünde bekleyen insanı görmeyi de çok severim. Gelen kişiyi kapının deliğinden izlemek kadar beni mutlu eden şeylerin sayısı çok azdır. Kapıyı iki – üç dakika açmam, kapıdaki insanı seyrederim. Sonra o insan kapının açılmadığını görüp artık gitmeye karar verince kapıyı açar, içeri buyur ederim. Vicdanım onu çok beklettiğim için rahat etmez ve gelen kişi ayakkabılarını çıkarmadan hemen çayı koyarım. Zaten çay olmadan yaşayamam. Kahve olmadan da belirli bir süre yaşarım. Kafein can ciğer arkadaşımdır. Başımın ağrısına falan iyi gelir. Kafeinle aramı bozmamak hayatta aldığım çeşitli kararlar arasındadır.

Kendime küs olduğum için kahve yapmak istediğimi kendime itiraf etmekte zorlandım ama baktım üzülme numaraları falan yapıyorum kendi kendime, kalkıp bir kahve yaptım. Sonra masama doğru gelirken yerde duran çantama takıldım, kahveyi küçük ısıtıcı gibimsi şeyin üzerine döktüm. “Heh çok ısıtıyordun ya şimdi olağanüstü bir performans sergilersin” diye söylendim. Bana verdiği cevap yavaşlayarak durmak oldu. “Şahtın şahbaz oldun! Aferin valla aferin!” diye tekrar kızdım kendisine. Tekrar kahve yapmak da zor geldi, istemsizce önümüzdeki maçlara bakacağız artık dedim. Sonra utandım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder