24 Ocak 2011 Pazartesi

Sokak, Apartmanlar, Yüzler, Ben

Upuzun bir sokakta yürüyorum. Tek başımayım. Sokağın bir tarafı boşluğa bakıyor. Diğer tarafta boyları git gide uzayan apartmanlar yan yana dizilmiş. Apartmanlardan kimi canlı renklere boyanmış; kiminin ise dışarıya bakan bir penceresi bile yok, kapkaralar bunlar.

Hızlı hızlı yürümeye çalışıyorum fakat çok fazla yol aldığımı düşünsem de anca bir apartman kadar ilerlediğimi fark ediyorum. İlk başlarda bu durumu çok garipsemiş olsam da sonra alışıyorum. Ben ne kadar hızlı olmaya çalışırsam çalışayım, belli bir zamanda alacağım yol sabit. Bunu fark edene kadar birkaç apartman geçmiş oluyorum. Sokağın başındayken bilseydim bunu, olduğum yere gelene kadar kendimi bu kadar yormazdım. Neyse, bundan sonrası için bu durumu dikkate alabilirim.

Sokağın içinde ilerledikçe apartmanlardan beni izleyenler olduğunu görüyorum. Kimisi benim onları gördüğümü fark edince daha bir kendinden emin bakıyor bana. Kimileri de benle göz göze gelince ışığı gören böcekler gibi kaçışıyorlar. Kaçmadan beni izleyenler elleriyle bir şeyler işaret ediyorlar bana. Anlayabildiğim kadarıyla bu sokakta nasıl yürümem gerektiğini tarif ediyorlar. Hepsinin yüzünde bir gülümseme var. Onların bu halini görünce kanım ısınıyor onlara. Fakat aklımın bir köşesinde ise fark edilince kaçıp giden insanlar var. Yüzlerini tam seçemediğim için ileride de karşıma çıkarlarsa, onları tanıyamayabilirim. Bu yüzden dikkatli olmam gerekiyor.

Sokak düzdü en başta. Rahatça yürüyebiliyordum. Ama artık bazen yokuş oluyor, bazen de o yokuştan aşağıya iniyorum. Yokuş olan her kısmın başında kapkara bir apartman var. Apartmanın içinden garip sesler geliyor. Bir tür yakarış gibi. Azap içinde kıvranan insanlar olduğunu düşünüyorum içinde. Yardım dileniyorlar, fakat kimseden umduklarını bulamıyorlar gibi. Bazen duyduğum çığlıklar korkutuyor beni. Korkudan önümü göremediğim bile oluyor. Bazen korkudan nefes alamıyorum. Dua ederek kurtulmaya çalışıyorum oradan. Artık dayanamayacak noktaya geldiğimde yokuş bitiyor. Bu zamana kadar böyle oldu hep. Bundan sonrası için de böyle olmasını ümit ediyorum; artık son raddeye geldiğimde hala o yokuşu çıkıyor durumda olursam, çok da iyi şeylerin olmayacağını hissediyorum. Bunları hissedince, yokuştan aşağıya inerken de “bir dahaki sefere daha dikkatli olacağım” diye sözler veriyorum kendime. Ama bir sonraki yokuşta daha kötü etkileniyorum. Attığım her adım daha çok boğuyor beni.

Yokuşlar düzleşince de mutlu olabilmek için bir sebep arıyorum kendime sanki. Bu zamanlarda apartmanlara daha çok bakınıyorum. Bir apartmanda güler bir yüz görüyorum. Onunla mutlu olmaya çalışıyorum. En başlarda mutlu olabileceğimi hissederken, sonra bu konuda başarılı olamadığımı anlıyorum. Çünkü, yürümeye devam ediyorum ve o yüzü gördüğüm apartman geride kalıyor. Bundan da dersler almaya çalışıyorum. Mutlu olabilmem için, bana mutluluk veren şeyin içinde bulunduğu apartmanın da benle beraber yürümesi gerekiyor. Fakat hareket edebilen bir apartman bulabilmek o kadar zor ki.

Bunları düşünürken takılıp düşüyorum. Yuvarlanıyorum, duramıyorum. Başım dönmeye başlıyor. Sonunda yolun kenarında duran bir ağaca çarpıp durduruyorum kendimi. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ama öyle bir gücüm yok. Oturuyorum, ağlıyorum. Tıkanıp nefes alamıyorum. Etimden et koparıyorlar sanki. Vücudumdan bir şeylerin eksildiğini hissediyorum. Sadece ruhsal olarak yaşabildiğim bir acı değil bu. Bana yardım edebilecek bir yüz arıyorum. Yol boyunca bana yardım etmeye çalışan yüzleri karşımda görmek istiyorum. Ama hepsi çıkmıyor karşıma, eksik var aralarında. Arkama dönüp bakıyorum, gerilerden seyrediyor beni. El sallıyor bana. Oraya ulaşıp yanında olmak istiyorum ama mümkün değil bu. Karşımda duran diğer yüzler gibi o da artık kalkmam gerektiğini işaret ediyor bana. Doğruluyorum. Yalpalayarak yürüdüğümü fark ediyorum. Adımlarımı böyle attığımı görenlerden bana yardım etmek isteyenler de var, acıyanlar da, arkamdan kıs kıs gülenler de. “Devam et yoluna, sen bakma kimseye” diyorum kendi kendime. Yavaş yavaş büyüyorum sanki bunları düşündükçe.

Kafamı kaldırmadan yürüyorum uzun bir süre. Etrafımdaki apartmanlar ya da diğer taraftaki boşluk umrumda değil. Bu şekilde yürümeye alışmışken bir ses duyuyorum. Adımı söylüyor gibi geliyor bana. Kafamı kaldırıp sesin geldiği yöne bakıyorum. Daha önce gördüğüm birisi değil. Boyu gökyüzüne kadar uzanıyor sanki. Elimi uzatıyorum ona. Geri çevirmeden tutuyor. “Tamam, artık oldu” diyorum. “Bu kadar zorluk çektim ama sonu güzel oldu diye” düşünüyorum. Ama birkaç adım attıkça benle pek konuşmadığını fark ediyorum. Ben konuşmaya çalıştığımda ise beni susturuyor. Sustururken kullandığı kelimeler hoş değil çoğu zaman. Bunları duydukça daha da çok içime kapanıyorum. O ise benim bu halimden hoşnut gibi gözüküyor. Buraya gelene kadar yeterince yorulmamışım gibi daha çok yormaya çalışıyor beni. Artık gücümün yetmeyeceğini anlayınca ellerinden kurtulup kaçıyorum. Arkamdan “gitme!” diye bir ses duyuyorum. Ses yankılandıkça yankılanıyor, peşimi bırakmıyor sanki. Bu sese kulak verirsem, bu kadar yolu boşuna yürümüş gibi olacağım. Kulaklarımı tıkıyorum, önüme bakıyorum sadece.

Hızlı hızlı yürüyorum. Apartmanları arkamda bırakıyorum. Ara sıra kafamı kaldırıyorum, değişen hiçbir şey olmadığını görüyorum. “Bundan sonrası da böyle olacak işte” diyorum kendime. Perdelerin arkasında birçok yüz göreceksin ama ne düşündüklerini anlayamayacaksın. Perde oynadıkça suratlarının şekli değişecek. Sana ellerini uzatıp sonra geri çekecekler. Ellerini geri çekerken sana bakıp kahkahalarla gülecekler. Duymayacaksın onları. Yolun sonunda ışık yok mu zaten? Başkalarının ışık tutmasına ne gerek var ki sen yürürken?

Sorularıma cevap verdikten sonra ilerlemeye devam ediyorum. Daha iyi gibiyim sanki şimdi. İlerliyorum, durmadan ilerliyorum. Kendimi geçiyorum artık. Uzaktan bakıyorum sonra kendime, yavaş yavaş kayboluyorum sokağın karanlığında…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder