29 Ocak 2011 Cumartesi

Ayrılıklar Zordur

Ayrılıklar zordur. Bağlandığımız bir kimseden kopup gitmek canımızı acıtır. Her gün onu görmeye ya da ondan haber almaya alışmışken, bir sabah kalktığımızda, artık hayatımızda onun olmadığı gerçeğini fark etmek hüzne boğar bizi. Çok değer verdiğimiz bir varlığı kaybetmişizdir. Yanımızdayken kıymetini bilmediğimiz için kendimize sinirleniriz. Zamanı geri alma hayalleri kurar, yaptığımız hataları telafi etme şansı arar, dururuz. Fakat bu çabaların hepsi boşunadır, çünkü giden gitmiştir. Artık ayrılığın getirdiği o pis psikolojiyle yaşamamız gerekir. Artık ne kadar dövünsek de, o, başka hayatların öznesi olmuştur, biz ise geçmiş zamanın –mişli hali belki de…

İşte kabının içinde hareketsiz duran kaplumbağam Nurettin’i görünce bu düşünceler geçti kafamdan. Her sabah yaptığım gibi yemini vermek için yanına gidip, yaşadığı kaba “höt, kalk artık, yemek vakti” diyerek vurduğumda, yemek yiyeceği zaman kaplumbağa olmaktan çıkıp adeta bir köpekbalığı, bir kartal, bir vaşak olan Nurettin’in hiçbir tepki vermediğini gördüm. Bir önceki akşam kavga ederek ayrıldığımız için bana tavır yapıyor olabileceğini düşündüm. “Hadi büyüklük bende kalsın” diye düşündüm ve kendisine “Nurettin, abicim, kafanı zorla kabuğunun içine sokmaya çalıştım diye bana bağırman gerekmezdi ama yine de özür dilerim senden” dedim. Herhangi bir tepki vermedi. Kabuğuna iki pıt pıt vurarak dikkatini çekmeye çalıştım. Oralı olmadı. “Oğlum hadi lan ne trip yaptın he!” diyerek son bir çaba gösterdim. Fakat yine beni takmadığını görünce, önüne yemini koyup, “şunları ye de kafan çalışsın, o zaman haksız olduğunu anlarsın” dedim ve odadan çıkıp kendimi internette sörf yapmaya verdim.

Bilgisayarın başında haberleri okuyup, Facebook’ta da kim kimi dürtmüş, kim saçma sözler paylaşmış diye bakıp, bu sözleri paylaşanlar kişilerle olan ilişkilerimi tekrar gözden geçirme kararı aldıktan sonra Nurettin’in ne durumda olduğunu merak ettim ve yanına gitmek üzere yola koyuldum. Yolculuk süresince, yani bir odadan diğer odaya geçerken, “kafayı o kadar zorlamayaydım iyiydi, beyni göçtü herhalde” diye Nurettin ve onun sinir sistemi hakkında fikir yürüttüm. Yanına vardığımda önündeki yemlerin yenmediğini ve yemlerin su alıp şişerek iğrenç bir hale geldiğini gördüm. Zaten bu saatten sonra Nurettin’in bu yemleri yiyeceğini de düşünmüyordum. Sonuçta yemek göze de hitap etmeliydi. Bıraktığım gibi duran Nurettin’e “iyi alıştın sosis yemeye, önüne konanı da beğenmiyorsun” diyerek serzenişte bulundum. Nurettin’in hareket etmeden durması iyice canımı sıkmıştı. Kabı sallayıp, Nurettin’in içinde bulunduğu suların yarattığı dalgayla Nurettin’e ivme kazandırmayı amaçladım. Yine tepki vermedi. Nurettin’i elime alarak orasına burasına baktım. Yaşam belirtisi görünmüyordu. Kaplumbağacığı yerine koydum, gözlerim dolmuştu. Olanlara inanamıyordum. Yere diz çöküp dizlerimi dövmeye başladım. Nurettin hayata gözlerini yummuştu, biricik dostum bu dünyadan göçüp gitmişti ve beni artık yapayalnız bırakmıştı. Birkaç saat boyunca durmadan ağladım. O olmadan ben bir hiçtim. Kabının üzerine beyaz çarşaf örterken de bu dünyanın ne kadar boş bir yer olduğunu düşünüyordum.

Ertesi gün Nurettin’i sade bir törenle toprağa verdim. Katılım oldukça azdı, sadece ben vardım. Son bir kez özür diledim ondan ve beni unutmamasını söyledim.

Nurettin olmadan geçen günlere alışmam oldukça zor oldu. Telefonlara çıkmadım, televizyon seyretmedim (gerçi normal zamanda da televizyon izlemem pek, bunun Nurettin’le bir ilgisi olmayabilir) ve internetle olan ilişkimi minimum seviyeye indirdim. Günlerim Nurettin’in fotoğraflarına bakmakla geçiyordu. Fakat bir gün internete bakarken gördüğüm bir başlık beni yıktı. “Kaplumbağalarınızı öldü sanmayın, kış uykusuna yatmış olabilirler” yazıyordu gözlerimin önünde. Nurettin’in elimdeki fotoğrafına baktım ve “dağ gibi hayvanı gömdük, iyi mi!” dedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder