23 Ocak 2011 Pazar

Karalama

Saat 02:46. Camdan bakıyorum. Yavaş yavaş yağmur yağıyor. Dört ay önce yine aynı saatlerde, yine aynı camdan bakarken ve telefonda konuşurken hava gayet güzeldi. Bu kez kendi kendime takılıyorum camda. Şu an dışarıda olup sakince yürümek istiyorum. Kulağımda da müzik olsa fena olmaz aslında. Kulağımda illa bir ses olsun istiyorum sanki. Şu anda arayabileceğim birisi yok. Konuşacağım herhangi birisi olmadığı için de müziğe sarılmak istiyorum. My Dying Bride’dan “Two Winters Only” gayet güzel giderdi şu an. “We could have changed the world, had you been here with me right now” derdi şarkı.

Karanlıkta olmayı seviyorum. Gündüz vakti herkes dışarıda olduğu için ve ben kalabalığı sevmediğim için böyle düşünüyor olabilirim. Zaten sakin bir yapım olduğu için de içinde bulunduğum ortamın sakin olmasını istiyorum çoğu zaman. Bazen gerçekten kalabalığın, duyduğum onlarca sesin, bu seslerin söylediği yüzlerce cümlenin beni çok fazla yorduğu oluyor. Gerçi bu kalabalıkta, sevdiğim bir insan yanımda olunca yukarıda bahsettiğim şeyleri dert etmiyorum. Ama genelde yalnız takıldığım için karanlığın bastırdığı ve herkesin uyuduğu zamanları tercih ediyorum bir şeyler yapmak için. Kitap okumak, müzik dinlemek, yazı yazmak ve dışarıda tek başıma yürümek gibi. Asosyal bir imaj çiziyor olabilirim şu an ama çok da sosyal olduğumu iddia edecek değilim zaten. Tek başıma yaşamaya gayet alışmış durumdayım artık ve yavaş yavaş kabulleniyorum da bu durumu.

Tek başına yaşama olayı sadece insanların fiziksel eksikliği olarak anlaşılmamalı bence. Yoksa herkesin annesi, babası, kardeşleri, arkadaşları ve kimilerinin de sevgilisi, eşi falan var. Tabii burada önemli olan bu kişilerin sizi anlayabilmesidir, sizin de onları anlamanız gerekir, birlikte yaşam bunu gerektirir. İnsanın kendisini gerçekten çok iyi anlayabilecek birisine ihtiyacı var her zaman. Tek başınıza olmaktan bunaldığınız anlar olabiliyor ve işte bu anlarda yanınızda birisinin olması en büyük isteğiniz haline gelebiliyor. Bu kişi kardeşiniz de olabilir, anneniz de olabilir, belki sevgiliniz, eşiniz de olabilir. Anne, baba, kardeş, sevgili gibi sıfatlara takılmak yerine o insanın yanınızda olup olmadığına bakmak gerek sanırım. İnsan anlaşılabildiği, kafasındaki sorunlara çözüm bulabildiği, gülümseyebildiği zaman inanıyor hayata.

Herkesin bazen yalnız kalmaya ihtiyaç duyması da su götürmez bir gerçek bence. İnsanın kalabalıktan uzaklaşıp kendine yakınlaşması için bu zamanlara ihtiyaç duyduğumuzu düşünüyorum. O kalabalığın içinde düşünmeye fırsat bulamadığın ya da belki cesaret edemediğin şeyleri, tek başına kaldığında kendi kendine tartışman, olanları ya da olacakları bir sonuca bağlamaya çalışman çoğu zaman çok daha iyi sonuçlar verebiliyor. Ve eğer benim gibi yaşadıklarını ya da düşündüklerini çok da fazla insanla, hatta bazen hiç kimseyle paylaşmayan biriyseniz, işte bu tek başına kaldığınız zamanların önemi çok daha fazla artıyor.

Hayatınızda sizi anlayabilecek özel birisinin olması bir ihtiyaç, yalnız kalmak da aynı şekilde.

Saat 03:46 oldu, yağmur hala devam ediyor. Yazıyı noktalayıp, müzik dinlemeye geçebilirim. Nazım Hikmet’le bitirelim yazıyı, yukarda bahsettiğim özel insanlara gelsin:

Üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan

onlar olan değil olmasını istediklerimdi aramızda

onlar ulaşılmaz dallarımda duran hasretlerimdi

onlar susuzluğumdu düşlerimin kuyusundan çekilmiş

ışığa çizdiğim resimlerdi onlar

Üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi

güzelliğin

yani bir yemiş sepeti yahut bir sofrası

sensizliğim

yani şehrin son köşesinde son sokak feneri oluşum

kıskanışım seni

yani gözüm bağlı koşuşum geceleyin trenlerin arasında

bahtiyarlığım

yani bentlerini yıkıp atan güneşli ırmak.

Üstümüze yazdıklarımın hepsi yalan

üstümüze yazdıklarımın doğru hepsi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder