26 Aralık 2010 Pazar

Aman Bee!!

Her gün Facebook’a girmesem olmaz. Saat başına 1538 notification düşüyor da onları kontrol ediyormuşum gibi düşünülmesin. Amaçsızca dolaşırım orada.

Facebook chatte gördüğüm Seda’ya “Facebook’ta herhangi bir amaç uğruna mı dolaşıyorsun?” diye felsefe yapıyormuş gibi görünen ama aslında birinci sınıfta öğrendiğim “Cemil cici kuş öttü” cümlesinin anlamsızlığıyla yarışabilecek bir soru sordum. Seda soruma vermesi gereken önemi vermeyerek (en azından epsilon kadar bir önemi hak ediyordu sorum) “Canım sıkkın” dedi. “Neden yeaa?” diye sordum. Anlattı da anlattı. Bilgisayarın başında saçlarım beyazladı, boyum kısaldı ve Güzin Abla oldum. (Güzin Abla’nın boyu benden kısadır diye düşünüyorum) Ama akıl fikir verme konusunda onun kadar başarılı değildim. İçim adeta cansız manken Vahe Kılıçarslan gibiydi. Adeta donmuştum ve tepki veremiyordum. Hem saygısızlık olmasın diye araya da girmek istemedim. Cümlelerini tamamlayınca o an sanki tüm sorunları çözecekmiş gibi düşündüğüm bir cümle oluşturan şu kelimeleri sarf ettim: Boş ver yeaa takma kafana! Bu cümlenin onun hayatını aydınlatacağı gibi bir inancım da yok değildi, ne yalan söyliyim! Fakat bu ulu cümleme sadece kuru bir “aman bee” tepkisi aldım. (Seda’yı bilenler “aman bee” vurgusunu kafalarında çok net bir şekilde canlandırabilirler.) Ortalığı toparlamam gerektiğini hissettim ve “anlıyorum seni” diyerek konuya girdim fakat cümlelerimi “hayat zor be!” diye bitirince sığlığımdan bir şey kaybetmemiş oldum. “Ehe ehe” diye bir şeyler geveledim. “Dur benim canım sıkılıyor, birazdan gelirim” diyip anlamını şimdi bile anlayamadığım bir cümle kurdum. Bana derdini anlatan insanlar karşısında sosyopata döndüğümü fark ettim.

Hayatımın tüm evrelerinde bu şekilde tepkisiz kaldığım olaylar yaşamışımdır. Çok sevineceğim bir haber alınca da tepki veremedim, ölüm haberi alınca da çok uzun bir süre konuşmadığım oldu. Bu durum sanki duygusuzmuşum gibi bir imaj yaratıyor sanırım insanların kafalarında. Zaten herkes genelde “Çok soğuk duruyorsun” yorumunu yapar benim için. Birisi benle konuşmaya başlamadan önce o kişinin yanına gidip konuşma çabasına girdiğim de olmamıştır. (Tabii ki samimi olduğum insanlar hariç, o kadar da değil!) İnsanları teselli ederken de beylik lafları etmekten çekinmem, kimsenin benim tavsiyemi dinleyip işe yarar sonuçlar elde ettiği görülmemiştir. Böyle de garip bir insanım.

“Neyse Seda’ya bir şeyler diyeyim bari, ayıp olur şimdi” diye düşündüm ve çok derin yorumlar yapmak üzere tekrar bilgisayarın başına geçtim. “Hacı ne takıyosun yeaa kafaya salla gitsin” diyerek önce “mükemmel konuşacağım şimdi” diye düşünüp aldığım kararı bir anda silip attım. Lise 1’e giden ergenlik çağındaki bir genç gibi davranmıştım. “Öhö öhö” efektiyle silkinip kendime geldim. Konuşmaya çalıştım ama kendime gelmemişim meğer. “Ben neyim ki sana akıl fikir veriyorum, senin bana anlattığın şeyleri ben de yaşıyorum zaten. Benden alacağın akıl devede kulak kalır. Deve de zaten eğri büğrü bir hayvan, o kulak da bir işe yaramaz.” dedim. “Ver şu çocuğun telefonunu ifadesini alalım” gibi cümleler edecek kalibrede değildim, hiçbir zaman olmadım. İstanbulluydum ben. Böyle şeyler yapmazdım. “Neyse Seda, Pazartesi günü Mustafa’yı da alıp manzaraya inelim, orada dertleşelim, çok fazla anlatılacak şey var” dedim. Sevindi. “Yazık lan” dedim içimden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder