26 Aralık 2010 Pazar

Pis Burç

Burç konusu açıldığında ve başak burcu olduğumu söylediğimde iki tepki alırım. Birincisi: Iyyyy! İkincisi: Aaa hiç başak burcu bir erkek tanımamıştım. Bunu söylerken de suratta garip bir ifade oluşur. “Amaaan o ne be!” demek istiyorlarmış da kibarlık yolunu seçmişler gibi. Evet, bugüne kadar “ne güzel lan!” diye bir cevap gelmemiştir. İnsanlar başak burcu olmamdan dolayı ön yargılı yaklaşmayı tercih etmiş, bana “işe yaramaz” damgasını vurmuşlardır. (İşe yarıyor muyum bilmiyorum gerçi)

11 Eylül’de doğarak başak burcu olmayı seçtim. (Tam olarak benim kararım olmayabilir) “Madem başak burcuna mensubum neden düzenli olmuyorum” kararını çok küçük yaşlarda almışımdır. Kitaplarımı önce boylarına göre dizerim. Mesela Doğan Yayıncılık’ın kitapları Can Yayınları’nın kitaplarına göre daha uzundur. Daha sonra kitaplar yayınevlerine göre dizilir, yayınevlerine göre dizdikten sonra da alfabetik olarak yazar adlarına, yazar adlarından sonra da yine alfabetik olarak kitap adlarına göre dizilir. Bu vazgeçemediğim bir davranıştır. Bu sıra bozulursa uykularım kaçar. Bu davranış düzenli olma gibi görünür ve takıntı da vardır içinde. Takıntı hayatıma en çok müdahale eden şeydir. Herhangi bir düzensizlik görsem takıntı huyum alarm verir. Simetri hastalığımın ana kaynağıdır bu takıntı denen şey. Bazen bu takıntı huyumdan dolayı kendimi eleştiririm. Eleştiri olmazsa olmazlarımdandır. Gözü kapalı bir şekilde her şeyi eleştirme huyum vardır ki bazen tepki çekerim. Aslında sevdiğim insanları eleştiririm, diğerlerini pek takmam. (Diğerleri konusunda pek takıntılı değilimdir.) Mekanizmam eleştiriye o kadar alışmıştır ki bazen kendimi bir şeyleri eleştirirken bulurum. Belki de bazen eleştiri yaptığımın bile farkına varmam. Bu da eleştiri görevini beynimin değil de omuriliğimin üstlendiği düşüncesini getirir aklıma. Eleştiri benim için sonradan kazanılan bir refleks olmuştur. Ayrıntıya takılıp kalırım. Kolay kolay da beğenmem. Bir insanın gözünün üstünde kaşı olması bile beğenmemek için yeterli bir sebep olabilir bazen. Böyle de pisimdir. Fil hafızasına sahip olduğum da söylenir ve genelde “yok artık nasıl hatırlıyorsun!” gibi tepkiler alırım. Beşiktaş’ın maçı 3-1 biteceğine 2-0 bitmelidir, o golü yememek lazımdır.

Yalanla işim olmaz. Aklım çok çalışmaz gerçi ama yalan söyleyen insanı hemen anlarım. Çoğu zaman bunu kendisine söylemem ama o kişi anında bitme noktasına gelir benim için. Belki de kötü huylarımdan birisi de insanları tek bir hareketlerine göre kafadan silmektir. Ve artık o insan artık ne yaparsa yapsın asla önceki konumuna gelemez benim için. Bazen çok işe yarar gerçi bu huyum. Beni üzen insan için üzülmem böylece. Bir insana güvenmem yıllarımı alabilir.

Çok fazla şey düşünüp kendimi üzme gibi bir potansiyelim de vardır. Beynim sadece olaylar kurar kafamda, başka da bir şey yapmaz. Kendime dünyayı dar ederim. Atılan adımın 9570952329509097464682612 adım ilerisini düşünürüm ki bu da çoğu zaman yorar beni. Etrafımdaki insanlara moral veririm ama kendim için asla böyle bir şey yapmam. Olayların olumsuz taraflarını görmek en büyük hobimdir. Olumsuz yanları bulur çıkarırım ki kendime dert yapayım, sonra da üzüleyim. Kendi kafamda oluşturduğum şeyin tam tersine de ikna olmam. “Bu böyledir” diye inandıysam artık bundan sonra o gerçekten böyledir. Bir şeyin doğruluğuna inandıysam o şeyin yanlış olduğuna ikna edilmem. Ama emin olmadığım konularda kendimden başka herkesi dinlerim.

Yalnızlık benim için çok değerlidir. Çok fazla insanla samimi olmam, samimi olacaksam da bundan sonra hep samimi kalmayı tercih ederim. Yetmiş beş kişiyle dışarıda olmaktansa evde tek başıma kalmayı tercih ederim. Zaten evde olmak süper bir şeydir benim için. Açarım müziğimi, kafamı dinlerim. Değer verdiğim insanlar kendimden bile daha değerlidir benim için. Sonunda ben zarar göreceksem bile onların mutlu olmasını tercih ederim. Böyle de bir insanım işte. Canı sıkılan, derdi olan insanları dinlemeyi çok severim. Azıcık olan beyin kıvrımlarıma rağmen akıl vermekten, teselli etmekten de geri kalmam. Sonra onlar mutlu olur, ben de “bir dakika yaa ne oldu?” diye düşünüp sonrasında yine yalnız takılmayı tercih ederim.

“Iyyy!” tepkisini de hak etmiyor değilmişim sanırım. Şimdi ben bunu biraz kafaya takıp, üzerinde düşüneyim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder