6 Aralık 2010 Pazartesi

düşündüm düşündüm başlık bulamadım, o kadar kötü bi yazı

“Abi böyle iyi mi?” diye soruyor. Cevabım: İyidir.. Hafif bir beğenmeme tınısı seziliyor cevabımda ama kaderime razıymış gibi gözüküp kalender bir hava da yaratıyorum. Az önce yapmış olduğu “abi çok mu okuyosun saç kalmamış kafanda ehe ehe” esprisi onu çok keyiflendirmişti. “Beyazlar da var” demem neşesine neşe kattı. Saçlarımın bu adamı neden bu kadar ilgilendirdiğini gerçekten anlayamıyorum. Ben kafamda bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken; O, yaptığı işte başarılı olduğunu göstermek istercesine yan tarafa doğru uzanıp, 25x40 cm boyutlarında bir ayna çıkarıyor ve ense tarafında yaptığı çalışmayı sunuyor. Amaç, enseye düzgün bir şekil verdiğini gösterebilmek. Amaç, müşterinin yolda giderken “arkamdan bana bakıp gülüyorlar mıdır lan?” diye düşünmesini engellemek, gülüyorlarsa bile bunun ense traşı yüzünden olmadığını ispatlamak. Aynayı kaldırıp enseye doğru tuttuğunda baktığım şey traşın nasıl yapıldığı değil, iki aynanın karşı karşıya gelmesi ve sonsuz sayıda Erdem oluşturması. Bu basit fizik kuralını sanki dünyanın sırrını görüyormuş gibi hayranlıkla izliyorum. Bu yüzden kuaföre (kibar olmak istiyorsak kuaför, erkekler arasında ise genellikle berber) minnettarım. Bu arada berber muhabbeti (kuaför muhabbeti diye söylenince etkisini kaybediyor) tüm hızıyla devam etmekte. Mahallenin tüm karakterlerinin buluştuğu belki de tek mekân olan kuaförde (yine kibar oldum burada) her çeşit muhabbete rastlamak mümkün tabii ki. Gençler çeşitli küfürler eşliğinde yaptıkları çılgınlıkları büyük bir gövde gösterisi eşliğinde sunarlar mesela. Yaşlı insanlar için ise dünya üzerindeki tek konu hayat pahalılığıdır. Elindeki Türkiye gazetesinden kafasını kaldıran amca, kurduğu cümle ile bu tespitimi destekliyor. Amcanın dediklerini can kulağıyla dinlemiyorum çünkü dikkatim başka bir yana kaydı. Evet; Türkiye gazetesi. Bugüne kadar gittiğim her kuaförde (kibar insan modu devam etmekte) gördüğüm bir gazete bu. Kuaför olmanın ana şartı bu gazeteyi dükkânına sokmak olmalı diye düşünüyorum. Kuaförler dışında bu gazeteyi okuyan olmadığına eminim. “Saatler olsun” lafını duymam işimin bittiğini gösteriyor. “Sıhhatler” kelimesi berberler tarafından kısaltılarak “saatler” şeklinde söyleniyor. (Evet, bir berber “saatler” der; bir kuaför ise “sıhhatler” adamıdır.)

Dışarı çıkınca başımın ağrıdığını hissediyorum. 40-45 dakika boyunca aynada kendimi izlemek canımı sıkmış olmalı. Benim için can sıkıntısı = baş ağrısı. Biraz hava alıyım belki iyi gelir diye düşünüyorum. “Dışarı çıkıp biraz hava almak” bizim insanımızca birçok rahatsızlığın çözümü olarak görülür. Bu yöntem gerçekten işe yarıyor mu bilmiyorum. Eğer başımın ağrısı esen rüzgârla geçecekse hiç yaşamamalıyım diye düşünüyorum, bu kadar basit bir insan olmamalıyım diye saçmalıyorum.

Yürürken de mesaj yazabildiğimi ispat etmek istercesine telefonumu elime alıp Ece’den ve Seda’dan gelen mesajları cevaplamaya karar veriyorum. Böyle bir şeyi ispat etmenin kimseye herhangi bir faydası yok tabii ki. Yoldan geçen herhangi bir insanın “Aman Allah’ım hem yürüyor hem de mesaj yazıyor, ne kadar ulu bir insan!” diyeceğini sanmıyorum. Ece’ye mesaj gönderildi. Seda’ya mesaj yazarken bir mesaj geliyor. Ece’den mi geldi acaba diye merak ediyorum, eğer O’ndan geldiyse, Ece “bir mesaja bu kadar çabuk cevap verme” gibi bir rekorun sahibi olabilir. Ece’yi ödülünü alırken düşünüyorum, tam bir “(H)” ifadesi duruyor karşımda. Suratım “:D” şeklini alıyor. Merakıma yenik düşüp yazdığım mesajı yarıda bırakarak bu yeni mesajı kimin gönderdiğine bakıyorum. Suratım”:O” halini aldı. Ece’yi beklerken karşıma Mustafa çıkıyor. Gönderdiği mesaj sadece “Adam ol” kelimelerinden oluşuyor. Hem ben hayal kırıklığı yaşıyorum, hem de Ece rekor kıramıyor. Aynı anda Seda da benden mesaj bekliyor olabilir. Kafamda da Mustafa’nın durup dururken neden böyle bir mesaj atma gereksinimi duyduğu düşüncesi var. İnanılmaz bir hezeyan yaşıyorum. Bu kadar düşünceyi aynı anda beynime yüklemek, kuaförde saçlar kesildikçe önüme düşen beyazları getiriyor gözümün önüne. “Ee normal o zaman” diye sığ bir sonuca varıyorum. Seda’nın mesajını tamamlıyorum, Ece “(H)” ifadesini kullanarak mesajıma karşılık veriyor, Mustafa’ya cevabım belli: Ne diyosun lan?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder