4 Ekim 2011 Salı

Bilim İyidir, Güzeldir!

“Evet, galiba bu kez tam anlamıyla mükemmel bir şekilde rezil oluyorum” diye düşünüyorum önümdeki bardağın içindeki pipete sahip çıkıp bardağın içindeki kahveyi içmeye çalışırken. Pipet bir o yana bir bu yana giderken, mistik bir gücü varmış gibi hem gözlerime hem dudaklarıma garip şekiller çizdiriyor. Bilim dünyasının belki de en uyduruk buluşu, benle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor, bense sesimi çıkarıp tek kelime edemiyorum.

Bilimle tanışmam beş-altı yaşlarındayken annemle yaptığım bir yürüyüş sırasında kafamı çevirdiğim her yerde sevgili Dünya’mızın uydusu olan Ay’ı görmemle başladı. Belki daha önce de bilim adına ilginç bilgiler öğrenmiş ve hatta bunları uygulamış da olabilirim ama açıkçası hatırlayamıyorum. Yani en fazla elimden oyuncağımı düşürdüğümde yer çekimi tabii falan diye düşünmüş olabilirim ama buna da şundan dolayı pek ihtimal vermiyorum; koskoca Newton bile kaç yaşında akıl edebilmiş yer çekimi diye bir şey olduğunu, ben daha üç yaşında bunu düşünemezdim sanırım. Yalnız hayatımda Newton kadar da zorlama adam görmedim. Bir adet elmadan neler çıkarmış adam. Neyse, Ay’ın bizle beraber her yere geldiğini gören ben, annemden, gece olunca, eğer havada bulut yoksa herkesin Ay’ı görebildiğini öğrenmiş ve bunu da kendi aklımdan yaptığım çıkarımla “Herhalde Ay’ın çok büyük olmasından kaynaklanıyor bu durum” anlamına gelen bir cümleyle desteklemiştim. Tabii yaşım o zamanlar küçük olduğu için, yaptığım bu yorumu “Ay koskocaman herhalde” şeklinde söyleyerek ve kollarımı iki yana açarak yapmışımdır diye düşünüyorum.

Bilim dünyasına yaptığım bu girişten sonra her şeyin çok güzel olacağına kendimi inandırmış, çeşitli saçma sapan deneylerle kendime ve bilime olan inancımı pekiştirmiştim. Bir bardaktan başka bir bardağa su dökerek suyun bu işlem sırasında aldığı şekilleri inceleme, balkondan aşağı fırlatılan mandalın yerde kaç kere sekeceğini bulma, parmağa sarılan ipin parmağı kaç dakikada mosmor yapabileceğini saptama gibi herhangi bir mantığa dayanmayan birkaç denemeden, herhangi bir insanın dünya üzerinde hiçbir şekilde işine yaramayacağı bilgileri elde ettikten sonra bu işlerin piri olduğumu sanmış ve kendimi ilerde çok başarılı bir bilim adamı olacağım konusunda ikna etmeye başlamıştım. Ama ilkokulda pamuklara sarıp sarmaladığım ve birkaç denemeden sonra bile bana yeşil bir dalcık bile vermeyen pis kuru fasulyeler yüzünden bilime küstüm.

Bilime küskünlüğüm yıllar sürdü. Lise bitip de artık bir üniversiteye girme vaktim geldiğinde, girdiğim sınav sonucu bildiğin koskoca bir bilim dalı olan Kimya ile uzun yıllar geçireceğim gerçeğiyle yüzleştim. Artık bilimi affetmeli ve birlikte mükemmel işler başarmalıydık. Bir de "Fen Edebiyat Fakültesi'ndeki bölümlerden mezun olanlar "Bilim adamı" sıfatına sahip oluyorlar" diye bir cümle duymuş ve iyice inanmıştım yapacağım işlere. “Bilim tabii lazım” diyerek bir gazla girdiğim bölümde darbe üstüne darbe almaya başlayınca önce “Kimya kolay değil galiba” demeye, sonra bu düşünceyi “Zor olsa da bilimsel bir çalışma içine girmeliyim” haline, en sonunda da “Galiba bilinmeyen her şey bulundu, öyle icat, keşif falan kalmadı benim için, ondan yapamıyorum herhalde bir şey” şekline getirdim. Kendi salaklığımla başkalarını yüceltiyor, “Millet ne kadar akıllı lan her şeyi düşünüp bulmuşlar” havası yaratıyor, önüme konan formüller ve düşünmem gereken elektronlar, elementler, bileşikler sayesinde beynimin ne kadar yetersiz olduğunu fark ediyor, bilimden git gide uzaklaşıyordum. “Bari iki bilimsel şey okuyayım” diye düşünüp TÜBİTAK yayınlarından çıkan 107 Kimya Öyküsü kitabını işte ne biliyim biraz makale falan okuyarak bilimle olan ilişkimi canlandırmaya çabalasam da istenen sonucu bir türlü elde edemedim. Bohr’u, Schrödinger’i , Marie Curie’yi bir kenara bırakıp Bakkal İlhan, Kasap Selahattin, Berber Remzi ile takılmaya başladım.

Bugün pipetle uğraştığım yaklaşık bir dakikalık süre iki saat gibi gelirken, kafamı bardaktan kaldırıp muhabbet etmeye başladığımda geçen iki saatlik süre üç saniye gibi geldi. Daha sonra bu durum hakkında düşündüğümde “Görecelik kavramı abi işte” diye yorumlar yaptım. “Aha Einstein değil miydi bu işlerle uğraşan!” diye bir şimşek çaktı beynimde. İlhan’ı, Selahattin’i, Remzi’yi bir kenara bırakıp bilime döndüm yine. “Einstein tabii ya eheheehehe” diye güldüm sonra…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder