14 Ekim 2011 Cuma

Üç

Menü geliyor önüme, “Türk kahvesi söyliyim abi, kafam rahat olur” diye düşünüyorum. Türk kahvesinin kafayı rahatlatacak kadar psikolojik etkileri var mı emin değilim. Hava yağmurlu, tatlı bir rüzgar esiyor, Boğaz kıyısındayım, karşımda Cansu, çaprazımda Mustafa oturuyor. Siparişi alan abi “Nasıl olsun kahve?” diye soruyor. “Orta” diyorum. “Ortalama bir insan mıyım acaba kahveyi bile orta şekerli istiyorum?” diye bir an düşünsem de “Ne ortalama olucam ya o ne demek öyle!” diye susturuyorum kendimi.

Küçükken kahve yapılacağı zaman benim de içmek istediğimi söylediğimde “Yok sen içme, bıyıkların çıkar” diye kandırırlardı beni. O zamanlar “Daha 5 yaşındayım ve bu yaşta bıyıklı biri olmak gerçekten hiç hoş olmaz” diye düşünürdüm. Yani bir fincan şeyin vücutta birdenbire inanılmaz reaksiyonlar gerçekleştirerek hoop diye bıyık çıkaracağına falan inanıyormuşum. Çocukken her şeye kanıyormuşum galiba. Hiç inat yoktu yani “Hayır, içicem ben bunu!” diye. (Gerçi bana ne dense, ben hala kabul ediyorum) Bir de “Kahve seni kara yapar” diye bir bahane duymuştum bir gün. İnsanların el birliğiyle bana kahve içirmeme çabasına da anlam veremedim şu an düşününce. “Yeter ki Erdem kahve içmesin” diye bir amaç edinip inanılmaz beyin fırtınaları estirmişler. Ben ne kadar düşünürsem düşüneyim, bir insanı “Olum bak bıyığın çıkar lan” ya da “Vallahi billahi kolun kopar anında, içme sen bunu” diye kandırmaya çalışacak cümleler bulamam herhalde.

Garson herhangi bir bahane sunmadan kahveyi getiriyor garip bir düzenek içinde. Galiba artık büyüdüğüm için kahve içme olgunluğuna ulaşmışım. Kahve gelince her zaman herkesin yaptığı gibi fal mevzusunu açıyorum ama kahvenin geldiği düzenekte fincanı kapatmak için herhangi bir aparat yok. Cansu, fincanımı kendi içeceğinin tabağına kapatmam gibi bir öneride bulunuyor ve kahve bittikten sonra hep beraber şekillere bakarak ortaya bir fal çıkarmayı planlıyoruz. (Ama bu plan gerçekleşmeden kaldı öyle, bir fal borcun var bana Cansu ehehe)Fal mevzusu açılınca, Taksim’de, falcı bir teyzenin bana 36 yaşında evleneceğimi söylediğini anlatıyorum. Çeşitli mantıklar yürütüyoruz bu konu hakkında. Mustafa “Aslında 40’tır o” diye bir cümle kuruyor. Hala neden böyle dediğini bilmiyorum. (Teyzenin bu kadar net bir sayı söylemesi her zaman “Lan acaba haklı mı, kafadan sallasa 35-40 derdi, çok net konuştu, kendinden çok emindi” diye düşünmeme neden olmuştur mesela)

Neyse, fal bakma olayı gerçekleşmedi işte dün akşam ama ne çıkacağını biliyor gibiydim aslında ben, çünkü benim fix bir fal olayım vardır. Fincanıma bakılınca sıralanan maddeler şöyle:

· Kafan çok dolu, ne düşünüyorsun sen böyle bu kadar çok! (Allah Allah çok şaşırdım bak bunu duyunca)

· Minimum iki, maksimum üç yolun var. (Ev-Okul-Akbilci)

· Bölümde seni çok seven bir hoca var. (Yıllardır kim olduğunu düşünürüm, hala bulamadım)

· Ooo bir kız var burada. Kim bu? (Ne bileyim ben!) Hadi hadi söyle! (Neyi?)

Bunlar dün akşam da aklıma gelince bir an hüzünsellik çöküyor içime. (İşte, “Bana niye kahve vermiyorlardı, kafam niye bu kadar çok dolu ki acaba, niye sadece 2 yolum var benim ya!” gibi şeyler) Kafamı kahve fincanından kaldırıp şiirsel bir hava yakalamaya çalışıyormuş gibi Boğaz’a doğru bakıyorum. Kahve içmeye başlamadan yaklaşık bir saat önce “Sen ne biçim bakıyorsun öyle ya, bence hiçbir yere bakma sen, kafan hep önünde dursun, valla daha iyi” gibi yorumlar alsam da hem masanın bir kısmını hem de Boğaz’ı görebileceğim bir bakış açısı yakalayıp bütün hüzünselliği atıyorum birden içimden. Aruz veznini bilsem anında 10-15 kıtalık bir şiir yazabilirim o an. Ama bir Yahya Kemal değilim ve en iyi bildiğim şey cinaslı kafiye. İki cinas bulmaya çalışırken de masadan kalkma kararı alıyoruz.

Okula geri dönerken yağmur hala yağıyor. Güney Kampüs’e iniyorum “Yok inme bu yağmurda” ısrarlarına rağmen. Güney’den yukarıya çıkarken durmuş olan yağmurun da yardımıyla, durup Boğaz manzarasını izliyorum bir kez daha. “Şimdi falı falan bırak da şu şarkı ne güzeldir ya” diye düşünüp mp3 playerımı açıyorum, kulaklıkları kulağıma takıp eşlik ediyorum şarkıya:

Yoksa yiten ben miyim derken, nerden geldin sen?

Kaybeden ben miyim derken nerden geldin sen?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder