8 Ekim 2011 Cumartesi

"İyi, İyi, Her Şey Yolunda"

Bir akşam vakti tatlı tatlı rüzgar esiyor, elimde bira var, ayaklarımı uzatmış Boğaz manzarasını seyrediyorum. Tüm sahil şeridi boyunca yanan ışıklar, hiç de fena olmayan görüntüler oluşturup insanın göz zevkine hitap ederken, güzel güzel hayaller kurmaya çalışıyorum. Hayallere kendimi kaptırıp kolumu yanımdakine sarılacakmış gibi uzatırken çok yakınımdan gelen ses bütün her şeyi bozuyor. Kafamı sola çevirip Mustafa’yı görüyorum. Herhangi bir hayalin en kötü şekilde yıkılması böyle olsa gerek. Elindeki iphone’nundan kafasını kaldırıp bana bakıyor. “Efendim?” diyorum. “’Ne düşünüyosun lan öyle?’ diye merak ettim, onu sordum” diyor ve manalı bir şekilde gülümsüyor gözlerini tekrar iphone’a doğru indirirken.

“Hiiiç, öyle dalmışım” diyip Mustafa’yı kandırma amacı güdüyorum, fakat çok etkili bir cümle kuramamış olacağım ki, “Hadi lan!” diye bir tepki geliyor Mustafa’dan. “Valla önemli bir şey değil ya, şu ilerdeki ağacın kaç yıllık olduğunu düşünüyordum” diyorum. Alkol kafasında olduğu için beyin fonksiyonları sekteye uğrayan Mustafa, bu saçma sapan cümleyi sanki cevabı bulunca dünyanın sırrını keşfedecekmişiz gibi benimseyip “Hangi ağaç? Göster bakalım bi” diyor. Onun bu heyecanlı hali beni de gaza getiriyor ve karanlıkta gelişigüzel seçtiğim bir ağacı işaret ediyorum. İkimiz de gözlerimizi kısarak parmağımın gösterdiği yere bakıyoruz. Etraftan geçenler, iki erkeğin kafa kafaya vererek ileriye doğru buğulu gözlerle bakmasını yanlış bir şekilde yorumlayabilirler. O yüzden bu sahneyi kısa kesmek istiyor ve “Tamam tamam 200 yıllıktır o” diyorum. Mustafa “Heaa” diyerek duyduğu cevaptan gayet memnun olduğunu belirtiyor, oynadığı oyuna geri dönüyor ve parmağını telefonunun ekranına sürterek uçmasını sağladığı tavuklarla bir şeyleri vurmaya çalışıyor. Arada “Angry Birds! Haha! Angry bunlar angry öyle böyle değil!” gibi tepkiler vererek oyuna canlılık katıp bende bir merak duygusu uyandırmaya çalışıyor. İnsanlar yanımızdaki banklarda sevdicekleriyle hasbıhal ederlerken; ben, iki tavukla dünyayı fethetmeye çalışan bir adamın zafer çığlıklarını dinliyorum.

“Olum bırak şunu da iki laf edelim” dedim Mustafa’ya. Lafımı dinledi. “Ben çok içtim galiba” diyerek söze başladı. Başını, gözlerini diktiği kargacık burgacık şeylerin döndürdüğünü anlayamayarak suçu hemen alkole attı. “Bu hayat, hayat değil Mustafa” diyerek ilk cümlemi kurdum. Tam bir kahvehane ortamı yakalayabilmemiz için mükemmel bir başlangıç yapmıştım. Fakat, Mustafa, elinde, kendimizi kahvehanelerdeki emekli amcalar gibi hissetmemiz için gereken iskambil kağıdı ya da okey taşı yerine Doritos dilimleri tutuyordu. Söylediğim lafı duyunca “Niye böyle diyosun ki?” diye sordu. “Olum ağzındakini yut, ondan sonra konuş, valla midemi kaldırdın lan!” diye sitemde bulundum. Mustafa biraz utandı. “Pardon abi” diyerek yutkunmaya girişti. Fakat bir yandan yutkunurken, bir yandan da boş durmayıp yeni Doritos dilimlerini paketinden çıkarıyordu. Bu hareketini görmemezlikten geldim. “Canı istedi herhalde yazık lan! İnsan nefsi işte her gün yeni bir şeyin peşinde” diye diye yorumlar yaptım kendi kendime. Ben bunları düşünürken, Mustafa “Heh şimdi anlat, bitti Doritos, artık dinleyebilirim seni” dedi. Beni dinlemeyi Doritos’tan sonraya atması biraz etkiledi beni. “Vay arkadaş! İki baharat, iki ne idüğü belirsiz yağ, üç-dört mısır koçanı silip attı beni anında!” diye düşünerek az önceki yorumlarıma devam ettim. Kendi kendime yorum yapa yapa vaktimi geçiriyordum ki, aslında Boğaz karşısında yorum yaparken, insanın beyninin biraz daha fazla çalıştığını ve böylece olaylara biraz daha farklı açılardan bakıldığını fark edip bu fırsattan yararlanmak istedim ve biraz da bizim sitenin karşısında yer alan büfenin neden çok fazla ürün bulundurmadığı hakkında yorum yaptım. “Biraz da ikili ilişkiler hakkında yorum yapıp felsefi yaklaşımlar sergileyeyim, zira bu konu hakkında çok şey söylenmeye çok müsait” diye düşünürken, Mustafa bira ve Doritos ikilisinin çok iyi olduğunu düşündüğünü söyledi. Doritos’tan bir tane bile yiyemediğim için bu yorumu destekleyecek ya da reddedecek bir veri yoktu elimde. Fakat yine de Mustafa’nın hevesi kursağında kalmasın diye “Bence de öyle” dedim. Sevindi. “Ee anlat bakalım, ne var ne yok?” diye sordu sevincinin arkasından. Ama ne yazık ki size bakarak sırıtan bir surata herhangi bir dert anlatmak mümkün olmuyor. Ne çok özlediğiniz ama bir daha görme umudunuzun olmadığı ama belki bir yerlerden size baktığını umduğunuz insanı anlatabiliyorsunuz, ne görmeyi beklediğin insanı, ne karşında Boğaz ışıl ışıl dururken saatlerdir ışığı yanmayan telefon anlatılıyor, ne de “Artık karanlık olsa da kendime kalabilsem” dediğiniz anlar.

“Kötü giden bir şey yok abi, her şey yolunda” diyorum biranın son yudumunu içerken. “İyi, iyi” diyor Mustafa ve elindeki Doritos paketini havaya kaldırıp son kırıntıları yiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder