4 Ekim 2011 Salı

Bu Ne Biçim Hikaye Böyle

Elime defterimi, kalemimi alıp yeni bir yazı yazmaya koyuluyorum. Yazarken iyi gibi olduğuna kendimi inandırdığım yazıyı, son kelimeyi de yazıp baştan sona bir kere okuyunca, aslında hiç de beklediğim gibi olmadığını fark ediyorum. “Ne biçim hikaye olmuş bu!” diye söylenirken aklıma bir şarkı geliyor, onu mırıldanmaya başlıyorum: Bu ne biçim hikaye böyleeee…

Hayatımın her gününde farklı bir hikaye yaşayıp hepsinin sonunda umduğum sonuçları elde etmeyi bekledim hep. Küçücükken, alacağım sakızdan istediğim çıkartmanın çıkmasını umarak bakkala gittiğim zamanlardan, şimdi, bu yazıyı yazarken içinde bulunduğum dakikalara kadar hep hikayeler içinde yüzdüm. Kafamda her karşılaşacağım şey için bir senaryo uydurup, bu senaryoların bir bir gerçeğe dönüşmesini umdum hep. “Hikayeler yaşanmış ya da yaşanması mümkün olayları anlatırlar” cümlesi yüzünden belki de her şeyin sonunda yaşamak istediğim şeylerin başıma geleceğine inandım.

Ama tabii ki istediğim çıkartmalar çıkmadı hep. Tam “Hayatımı düzene soktum galiba sanırsam” derken kötü adam hortladı hikayenin bir yerlerinden genellikle. “Her hikaye mutlu sonla bitecek değil ya” kandırmacası ilk başlarda ciddi ciddi işe yaradı, “İşte bir şeyler öğreniyoruz hep hayattan” çıkarımlarıyla. Pollyannacılık oynadığım zamanlardı bu dönemler. Bir insanın hayatının bir dönemindeki en önemli felsefesinin “Pollyanna’yım ben” şeklinde olması çok hoş bir şey değil tabii ki. Pollyanna’nın yazarı (Eleanor H. Porter) benim dönemimde yaşasaydı, utanmadan telif hakkı isteyebilirdim kendisinden, “Ee sen beni anlatıyorsun” diyerek.

Fakat son zamanlarda fark ettiklerime göre, Pollyanna kimliğinden sıyrılıp edebiyat tarihinin en karamsar insanı artık kimse onun gibi olma konusunda ciddi bir çabam var sanki. Uç noktalar arasında dolanmak benim de hiç hoşuma gitmiyor aslında ama artık tek derdi ödevini tamamlamak olan on üç yaşındaki bir ortaokul öğrencisi olmadığımın da farkına varıyorum. Yani aslında çok daha önceden farkına varmıştım bunun, yirmi dört yaşına kadar beklemiş değilim tabii ki bazı şeyleri anlayabilmek için. Ama hayatımın son iki yılına falan baktığımda, attığım her adımda o kadar çok terslik yaşamışım ki artık salaklık boyutuna gelmişim ve kafam yeterince çalışmamış herhalde. Düzgün başlayan herhangi bir şeyin eninde sonunda saçma sapan bir hale geleceğine o kadar eminim ki artık, daha adımımı atmadan farkında oluyorum çoğu şeyin. Yani işte ne bileyim, iyi başlayan bir okul dönemi hüsranla tamamlanacak, insan gibi oturduğum bir otobüs koltuğunda yanıma mutlaka bir teyze gelip üzerimde yolculuk edecek, her gün çalmaya başlayan telefon, bu eylemi önce iki günde bire düşürecek, sonra dört günde bire ve bir zaman sonra hiç çalmayarak kendisinin bir iletişim aracı olduğunu unutturacak falan. Tabii bunların olacağını bilerek kafamda kurduğum hikayeleri bir sonuca bağlamak hiç de zor olmuyor. Evet, herhangi şaşırtıcı bir şey olmadığı için basit bir durum hikayesi oluyor bunlar, aksiyon yok hiç içinde, “Rüzgar esti ve ağaçların yaprakları hışırdadı” şeklinde genel geçer bir olayı anlatan dakikalar, saatler, günler işte… Sonunda hep “Bu ne biçim hikaye böyle” denilebilecek kadar saçma sapan şeyler işte.

Şarkı “Yıkma kendini zaten yorgunsun” diyor mesela şimdi. “Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin, ya vazgeçer unutursun, ya da yolun açık olsun” diye de devam ediyor. Güdelim bakalım deveyi, gidecek bir yer yok nasılsa hali hazırda. “Yıkma kendini” konusuna ise hiç girmeyeceğim, bir gün, tek başıma ya da başka birisiyle birlikte bir hikaye yazmaya kalkarsam dikkat edeceğim şeylerden biri bu olur o zaman. Ohh süper geleceğimin hikayesini yazmaya başlayarak çok ciddi adımlar attım şu an hayatım adına, kötü adamı engellerim belki bundan sonra. Bu ne biçim hikaye böyle diyerek başladım, yine saçma sapan bir yazı ortaya koydum galiba. Telefon, gözümün önünde zırt pırt ışığını yakıp, beni mesaj geldiğine inandırarak dikkatimi dağıttığı için böyle kopuk bir şey çıktı tabii ki ortaya. Beyefendi şarj olmak istiyor diye yazı bile yazamıyorum.Off bu ne biçim hayat böyleee… Bu ne biçim hikaye böyleeeee…

http://www.youtube.com/watch?v=oNbSGUCVMKM

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder